Onu tanıdığımda Selüloz-İş Sendikası İzmit Şubesine yeni başkan olmuştu. 1988 SEKA grevi, ardından gelen 1989 Bahar Eylemleri sendikal alanda ciddi sarsıntılara yol açmış, birçok sendika gibi Selüloz-İş Sendikasında da yönetim değişikliklerine neden olmuştu.
Abi dediği yöneticiler genel merkeze seçilince, kendisi de İzmit Şube Başkanı olmuştu. Genel merkez yöneticilerinin gözünde küçük kardeş Ergin’di.
Körfez krizi başladığında SEKA yine grevdeydi. SEKA yönetimi grevdeki işçilerin üretmiş oldukları ürünleri çıkartıp, grev öncesi üretilenleri sattıkları yurt dışı firmalarına göndermek istiyorlardı. 2822 sayılı Yasa’ya göre grevdeki işçinin yaptığı bir işi daimi ya da geçici olarak bir başka işçiye yaptırmak yasaktı.
SEKA yönetimi iş mahkemesine başvurup, satılan kağıtların alıcılara teslim edilmesi için karar istemişti. Biz de mahkemeye müdahale dilekçesi verip, grevdeki işçinin yaptığı işi bir başka işçiye yaptırmanın yasak olduğunu, nakliye işçisinin grevde olduğunu dolayısıyla kağıtların yüklenemeyeceğini ileri sürdük. Mahkeme kağıtların işyerinden çıkartılabileceğini ancak bu çıkartma yapılırken grevdeki işçilerin yerine işçi çalıştırılmaması gerektiğini belirten garip bir karar verdi.
SEKA’nın önüne geldiğimizde kamyonların yüklenmiş olduğunu, icra memuru nezdinde kağıtların çıkartılmaya çalışıldığını gördük. Nakliye işçisi grevdeyken kamyonların yüklenmesinin yasaya aykırı olduğunu söylediğimde işveren vekili; “Fiili durum yarattık cezası neyse katlanırız” dedi. Şube Başkanı Ergin Alşan’la göz göze geldik. Ben gittim kamyonların önüne oturdum. “Bu da fiili durum öyleyse” dedim. Ergin Alşan göz göze bakışmayla ne kastettiğimi anlamıştı. Ben kamyonların önünden kalkarsın kalkmazsın kavgasını verirken, yarım saat içinde yüzlerce işçi Ergin Alşan’la birlikte fabrika kapısının önüne geldi. İçeri girmeden kapının önüne dizildiler. Ergin Alşan “Bu da bizim fiili durumumuz” dedi.
İşverenin stok kağıt çıkartarak grevi kırma çabası geri püskürtülmüştü. Ne var ki aradan iki saat geçince Sendika Genel Merkezi ile Fabrika Genel Müdürlüğünün karşılıklı anlaştığını, kağıtların çıkartılacağını öğrendiğimiz de kurşun yemişe döndük.
O güne kadar kendisini küçük kardeş olarak gören genel merkezdeki abiler, Ergin Alşan’ın sadece küçük kardeş olmadığını, sendika şube başkanı olduğunu, sendika genel merkezine fırtına gibi girişinden anladılar. Ergin Alşan o andan itibaren genel merkez yöneticilerine yaptıklarının grev kırıcılığına ortaklık olduğunu bağıra bağıra söyleyen, onları sözcüğün tam anlamıyla yerden yere vuran genç bir sendikacıydı. O gün sıfatı “başkan” oldu, ölene kadar da o sıfatın hakkını vererek onurla taşıdı.
Nerdeyse otuz yıl birlikte çalıştık. Şube başkanlığından genel merkezin listesini delerek genel başkan vekili seçildi. Genel merkez yöneticisi olarak birlikte çalıştık. Genel başkan vekiliyken sendika içi muhalefetin başına geçti, genel başkan adayı olarak mücadele verdi. Bu mücadele de ben genel merkez avukatı o muhalefet lideri olarak davalarda karşı karşıya geldik. Bir tek gün bile kırıcı bir söz ettiğine tanık olmadım. Uzun bir mücadele sonrası genel başkan olduğu 1999 yılından bugüne kadar da çalışmamızı sürdürdük.
Otuz yılın hikayesi bu sütuna sığmaz. Sadece not düşmek istiyorum.
İki çocuğu vardı, oğlu Eray 1988 grevinde doğdu, doğduğunda grevde olduğu için eşinin yanında olamadı. Kızı Elif doğduğunda ise 1991 grevi vardı. Ergin Alşan yine grev alanındaydı ve kızının doğumunda yoktu. Torunu Selen 2019 yılı 30 Ekim’de doğdu. Doğduğunda oradaydı, torununu kucağına alıp sevdi. Torunu doğduktan sonra sadece 24 gün yaşadı. Torununa doyamadan bizleri bırakıp ebediyen aramızdan ayrıldı.
Hiçbir zaman alışılmış bir sendikacı olmadı. Hiçbir zaman alışılmış sendikacılar gibi yaşamadı.
Mütevazı olmak, ukalalık, bilgiçlik yapmamak, “Ben iktisatçı değilim, ben hukukçu değilim ama bizim gerçeğimiz de bu” diyen sözlerle konuşmaya başlamak, muhataplarıyla konuşurken boş tehditler, hamasete dayalı suçlamalar yapmamak, güçsüzlükse, o güçsüz bir sendikacıydı.
İşçinin bir kuruşu için gerekirse sabahlara kadar tartışmak, işçinin çıkarından ödün vermeden her türlü sonucu göze alıp işçiyle sonuna kadar gitmek, toplu pazarlığın işveren dayatmasına boyun eğmemek anlamına geldiğini her pratiği ile göstermek, güçlü sendikacılık ise o gördüğüm en güçlü sendikacılardan birisiydi.
Kamuoyuna dönünce işverenler hakkında atıp tutup, kapalı kapılar ardında işçinin haberi dahi olmadan toplu sözleşme yapmak, imzalanmış toplu sözleşmeyi hiçbir kalıcı hak kazanımı olmadan protokollerle değiştirmek, iyi, sert sendikacılık ise Ergin Alşan çok kötü bir sendikacıydı.
Nezaket kurallarından asla sapmadan, her aşamada işçiye bilgi vererek, toplu pazarlık masasında işyeri sendika temsilcilerinin bir vitrin süsü olmadığını göstererek, onların seslerini kendi dilleriyle masaya yansıtmalarını sağlamak, sendikanın tüm organlarını sürece katmak, sert sendikacılığa aykırı ise o sert sendikacı olamamış bir sendikacıydı.
Gerekirse yüzde birlik zam için koşulları sonuna kadar zorlamak, inatla, bıkmadan yorulmadan ısrar etmek, kararlı olmak bir meziyetse bu meziyeti doğal bir şekilde taşıyabilen ender sendikacılardan birisiydi.
Sendikacı olarak işçinin hakkını koruduğunu ileri sürerken, sendikada çalışan personele karşı uzak, tepeden bakan, kibirli bir tavır takınıp, onlardan esas duruş beklemek, yeri geldiğinde onların üç kuruşluk haklarını gözü kırpmadan kesmeyi kar saymak, marifetmiş gibi “En kötü işveren sendikacıdır” diye övünmek sendikacılık ise Ergin Alşan kötü bir sendikacıydı.
Sendika çalışanlarına kendisine hak olarak gördüğü her şeyi hak olarak görmek, onlarla ilişkisinde sesini dahi yükseltmeye çekinmek, onları yönlendirerek, eğiterek, işi sevdirmeye çalışmak, sendika şoförünü dinlendirmek için direksiyona geçmek, çalışanların tek tek her türlü kişisel sorunlarıyla ilgilenmek, çay isterken de evrak isterken de verebilir misin demek, kimseyi karşında hazır ola geçirmemek sendikacılık ise o sözcüğün gerçek anlamında sendikacıydı.
Sendikacılık, lüks giyinmek, yüksek ücretler almak, lüks otellerde adına eğitim denilen tiyatrolarda rol almak, kasım kasım kasılarak işçilere tepeden bakmaksa, Ergin Alşan sendikacı değildi.
Sendikacılık, sendikayı geçim kapısı yapmamaksa, genel başkan olarak bazı adı büyük sendikaların şube başkanlarının aldığı ücretin yarısını almaksa, bu ücretten gocunmamaksa, ücret bordrosunu yayımlama cesareti gösterebilmekse Ergin Alşan sendikacıydı.
Sendikacı, işçiyle birlikte hak, emek kavgasına girmekse, sendikacı işçinin saldırıya uğradığı yerde bedel ödemeyi göze alıp işçiyle olmaksa, işçi haklarından ödün vermemek için işvereni, hükümeti karşına almaktan korkmamaksa, işçiyle 51 gün 24 saat fabrikada yatıp kalkmaksa, işyeri işyeri, il il, her toplu sözleşmede bulunup ter dökmekse, yeri geldiğinde örgütlenme uzmanı, yeri geldiğinde eğitimci, yeri geldiğinde toplu iş sözleşmecisi olmaksa Ergin Alşan tüm bunları hakkıyla yapan sendikacıydı.
Ergin Alşan, son SEKA’lı, sendikal dünyanın çelebi dik başkanı, benim otuz yıllık mücadele arkadaşım demekten onur duyduğum güzel insan, başkanım. Ergin Alşan, 24 Kasım’da ben sadece seni değil yaşamımın otuz yılını, otuz yılın güzel tatlı mücadele dolu anılarını da toprağa verdim. Ergin Alşan, benim güzel başkanım, seni yaşadığım sürece sendikacı kimdir sorusunun yanıtı olarak anlatacağım.
27 Kasım 2019, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi