Orta yaşlarda, zayıf, ufak tefek, bakımlı kadın, elindeki yerel gazeteleri tezgahın üzerine koyup, asık bir suratla günaydın diyerek gazetelerin parasını hazırlarken, tezgahın arkasında duran büfeciye de kendinden emin bir ses tonuyla “Sen ne düzensiz bir adamsın” diye çıkıştı.
Büfeci şaşırdı, sabah sabah deli mi bu kadın diye düşündü. Kadın büfecinin yüzünde oluşan şaşkınlığa aldırmadan fırçasına devam etti:
“Her gün buradan gazete alıyorum, her gün gazetelerin yeri değişmiş oluyor, her gün tüm gazete raflarını taramak zorunda kalıyorum, gazeteleri rasgele dizeceğine hepsinin yerini belirleyip aynı raflara koysan hiç kimse aramak zorunda kalmaz.”
Büfeci bir süre kadının arkasından baktıktan sonra gazete raflarına doğru döndü, düşündü, kendi kendine kadın haklı galiba dedi.
Büfeciyi fırçalayan Tülin Hanım, liseyi bitirir bitirmez hem evlenip hem iş yaşamına başlamıştı.
Hakkında doktor raporu var mıydı bilemiyorum ama, kesinlikle normal değildi.
Bir davette saçı başı yapılı, gayet bakımlı bir şekilde boy göstereceği gibi, hemen o davette bir çocuğun masaya döktüğü içeceği inanılmaz bir pratiklikle silip, hiçbir şey olmamış gibi yerine oturabilir, sohbetine eğlencesine devam edebilirdi.
O da diğer insanlar gibi dedikoduyu severdi. İnsanlar hakkında konuşmaya bayılırdı. Ama diğerlerinden farklı olarak insanların yetersizliklerinin, kusurlarının üzerinde durmaz tam aksine insanların yeteneklerinin üzerinde durur, dedikodusunu yaptığı insanların geçmişteki ya da bugünkü başarılarını anlatır, adeta onların yerine övünürdü.
Yardımseverdi, hem de az buz değil. Hastalık ölçüsünde yardımseverdi. Birisi bir ev mi almak istiyor, onun hemen karar verip ev almasını istemez, onun elindeki olanaklarla nasıl en iyi evi alabileceğini araştırmaya girişirdi. Siz bilirsiniz ama şurada şöyle bir tanıdığım var o galiba şu evi satmayı düşünüyor, biraz daha olanaklarınızı zorlayıp bence o evi alın, yarın çocuklar büyüyecek o ev size yetmeyecek der, ertesi günde iş edinip sözünü ettiği satıcıyla ev alanı buluşturur ev almak isteyenin daha iyi bir ev almasını sağlardı.
Genellikle insanlar “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” sözüne uygun bir ilişkiler ağı içerisine girmeyi akıllılık olarak görüp, kaz geleceğini ummadığı birisi için parmağını kırk nazla oynatırken, onun birisiyle yardımlaşması, birisiyle ilişki kurması için bir selam, bir merhaba yeterdi.
İnsanları sürekli olarak bir adım öteye götürmekten sadistçe bir zevk alırdı.
Birisini bulunduğu durumdan daha iyi bir duruma getirmek için delice yalvarır, ona olanaklar sunmaktan mutluluk duyardı.
Herkes akşam olsa da kalkıp gitsem diye çalışırken o, akşam olmasa da şu elimdeki işi bitirsem diye uğraşır, saatin elindeki işi bitirmeden altı olmasından nefret ederdi.
El elin eşeğini türkü söyleyerek ararken o, başkasının eşeğini sahibinden daha yoğun bir kararlıkla arar, sahibi aramaktan vazgeçse o geçmezdi.
Akıllılar bu koşullarda bu kadar oluyor diye kapalı bir kapı gördüklerinde geri dönmeyi tercih ederken, o, kapalı kapıyı zorlamakla sonuç alamayacağını görürse bacadan girer, baca yoksa girebileceği bir baca yaratırdı.
Bir ömrü böyle delice yaşadı. Etrafına serinlikler veren, bir ırmak gibi aktı. Sürekli olarak sularını en bereketli, en mümbit ova olarak gördüğü insan gönlüne yönlendirdi. O gönüllerin yeşermesi, o gönüllerin bunalmaması, bir nefes de olsa serinlik, bir demlik de olsa güzellik yaratmak için uğraştı.
Dünyayı daha yaşanır kılmak için önüne büyük hedefler koymamıştı. Ne düzeni değiştirmek ne de devrim yapmak gibi bir derdi vardı. Onun işi etrafındakilerle sınırlıydı.
Evine temizliğe gelen kadının yeğeninin okul sorunu, bir diğerinin kocasının çalışmaması, ötekinin oğlunun işsiz olması, görümcesinin, kız kardeşinin, erkek kardeşinin kayın validesinin, iş arkadaşlarının, kocasının, kızının, kısaca selam verdiği herkesin sorunu onun sorunuydu ve inanılmaz bir sihirbazlıkla o bu sorunların bir kısmını çözüyor, bir kısmını çözülebilir kılıyor, bir kısmının ise dert edilmesini engellemeye çalışıyordu.
Onunla yüz yüze gelen, bırakın yüz yüze gelmeyi telefonla konuşan hiç ama hiç kimse hiçbir koşulda olumsuz bir duygu yüklenmiyor, teşekkür ederek yanından ayrılıyordu.
Mutluydu. Deneyimleri, enerjisi, kendisini sevmesini, kendisine öz güven duymasını sağlıyor, bu öz güvenle hatalarıyla, yaşamının kendisini getirdiği aşamayla alay ediyordu. Ellisinden sonra kullandığı Excel programında formül kurmayı öğrenmekte zorlandığı için, yavaş yavaş yakın gözlüğü kullanmak zorunda kaldığı için yaşlanıyorum diye yakınıyor, sanki yaşıyla alay edercesine işler bitip radyoda gönlüne göre bir türkü çaldığında şıkır şıkır oynuyordu.
Bir tatil dönüşü, eşine dostuna aldığı hediyeleri nasıl vereceğinin düşünü kurarak gelirken, hatalı sollayan bir aracın önlerinde giden otobüse çarpışını gördü. Bu belki de son görüşü oldu. Otobüse çarpan araç savrulup gelip kendi araçlarına çarptı. Eşi üzerine düşen eşyaları kaldırdığında boynunu yana eğmiş sessizce koltuk da oturuyordu.
Eşinin “Tülin Hanım, Tülin Hanım” haykırışlarına hiçbir tepki vermedi. Ebediyen sustu.
Büfeci sabah, kendisine fırça atan kadının söylediği gibi her gazeteyi her zamanki yerine koymaya çalışırken, kadının eşiyle el ele çekilmiş resminin altında kazada öldüğünü okudu. Şaşırdı üzüldü, onu incitmekten korkar gibi gazeteleri daha bir özenle yerine yerleştirdi.
Tülin Hanım benim 17 yıl birlikte çalıştığım, ablam, yaşam koçum, beni yöneten patronum, benim çılgın ablamdı.
İki gün sonra 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlayacağız. Bu yazıyı ise 12 yıl önce yazmıştım. Onu hep çok özledim. Bugün de eksikliğini sürekli hissettiğim yerini doldurmadığım bir emekçi kadını Tülin Hanım’ı anlatmaya çalıştığım bu yazıyla tüm emekçi kadınların 8 Mart’ını kutlamak istedim.
6 Mart 2019, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi