Sadece kişisel gözlemlerim:
1. İşçilik kıdemi on yıl on beş yıl olan işçiler işsiz kalmaktan çok daha fazla korkuyor. Bu işçilerin bir ayağı geçmişte bir ayakları gelecekte. Geçmişteki ayakları ile ana-babalarıyla dayanışıyorlar, gelecekte ki ayakları ile çocuklarını okutuyorlar.
2. Önce ev için sonra araba için sonra da çocukların eğitimi için borçlanıyorlar.
3. Kıdem tazminatlarına kısmen bu borçların güvencesi olarak bakıyorlar. Hatta borcunu sürekli kıdem tazminatına göre ayarlamaya çalışan işçiler gördüm.
4. Artık bu işçilerin çocukları da ayakkabı çanta istemiyor, şu marka ayakkabı şu marka çanta istiyorlar.
5. Tüketilen ürünün markası çocuklar başta olmak üzere sosyal statüyü belirleyen bir ölçüt haline geldi.
6. Borç korkusu işçiler içerisinde en yüksek geliri alan beyaz yakalıdan en düşük geliri alan yevmiyecilere kadar tamamının ortak korkusu.
7. Maaş haczi işverene en azından geçerli fesih hakkı verdiği için, borcun üzerine bir de işten atılmaktan çekiniyorlar.
8. Bayramın birinci günü beyaz yakalı bir işçi, üstelik çok ciddi olmayan bir nedenle disipline verildiği için işten atılma stresine girmiş bayram günü sormak zorunda kaldığını belirtip özür dileyerek soruyor:
a. İşten atılırsam işverene borçluyum işveren kıdem tazminatımı borca mahsup edebilir mi?
b. Kıdem tazminatımı ödemeden işten atarsa, evimi haczedebilir mi?
c. Evi banka kredisi ile aldım, ipotekli: Evi banka mı işveren mi sattırır?
9. Borcunu ödeyememek mi kötü, yoksa işsiz, borçları yüzünden evine haciz gelen bir baba-anne olmak mı kötü? Hangisi işçileri daha çok korkutuyor?
10. İşçiler güvencesiz oldukları için mi borçlanmaktan korkuyor. Haklı değiller mi? Borçlanma güvencesizliği pekiştirerek kolay denetlenebilir bir işçi grubu yaratmanın aracına dönüşmedi mi?