1990’lı yıllar. Artık taşeron uygulaması yaygınlaşmış, taşeron bahçe işleri, yemekhane, servis hizmetlerinden makine başı işlere geçmiş. Taşeron işçileri de değişmiş. Önceleri vasıfsız, köyden kente yeni gelmiş herkesin yapabileceği işlerde çalışan taşeron işçisinin yerini, en vasıflı becerikli işçiler almaya başlamış.
İşverenler memnun. “Neden” diyorlar “Neden taşeron işçi çalıştırmayayım ki? Taşeron işin sevk ve yönetiminde kolaylık maliyette ucuzluk. Tabi çalıştıracağım.”
İşin sevk ve yönetiminde kolaylık sözü, taşeron işçilerin sendikalaşamamasına işten atılma korkusuyla her istenileni yapmak zorunda kalmasına; maliyette ucuzluk ise, asgari ücretin altında, işten çıkartmanın maliyet getirmeden yapılabilmesine işaret ediyor.
Örgütsüz, güvencesiz, iş bulduğuna şükreden, işverenin emir ve talimatlarını sorgulamayan, ölüsünün de dirisinin de çok fazla kale alınmadığı, uysal bir çalışan kitlesi, ister istemez patronlara cazip geliyor.
Taşeron işçisine kadrolu işçiler kızgın. “Biz ne için mücadele ediyoruz onlar nelere şükrediyorlar. Onlar yüzünden ücretlerimiz artmıyor, onlar yüzünden iş güvencemiz yok” diyorlar.
Taşeron işçiyle aralarına taşeron işçisini ötekileştirerek, ezerek mesafe koyuyorlar. Kadrolu işçinin gözünde taşeron işçisi yeteneksiz, beceriksiz, bu nedenle kötü çalışma koşullarını hak eden işçi olarak gözüküyor.
Şimdi taşeron işçilerin yerini almaya aday iki grup ortaya çıktı. Kiralık işçiler ve Suriyeli göçmen işçiler.
Biliniyor, bu ülkede toplam istihdamın yüzde 77’sini küçük ve orta boy işletmeler (KOBİ) sağlıyor. KOBİ’lerin desteklenmesinde bugün Suriyeli işçiler kilit rol oynuyor. Bir KOBİ yönetici gülerek anlatıyor: “4 Türk 27 Suriyeli işçim var. Ne sigorta primi, ne asgari ücret, ne fazla çalışma derdim var. Bir sende işyerinin elini yüzünü düzelttim, makine parkını yeniledim, bir kuruş dışarıdan koymadan işletmede kazandığım ile yatırım yaptım.”
Basın işe geç geldiği için Suriyeli işçisi döven, döverken de selfi çeken patronun boy boy resimlerini veriyor.
Sosyal medya da dükkan açmış, keyif çatan Suriyeli resimlerin altında “Bunlar burada keyif çatarken bizim çocuklarımız Suriye’de ölüyor” paylaşımları, “Hastanede Türk’ten çok Suriyeli’ye rastladım” yakınmaları sık rastlanan paylaşımlar haline geliyor.
Yıllar içerisinde taşeron işçileri, iyi kötü, kimi zaman yargı yoluyla, kimi zaman örgütlenerek bir iki adım atıp, kadrolu denilen işçi kadar olmasa da bazı hakları elde etmenin mücadele etmekten geçtiğini yaşayarak öğrendiler.
Örgütlenmenin ne zorlu bir süreç olduğunun son acı örneği Migros’un Gebze deposunda çalışan kadın işçilere yaşattılar. ilerihaber.org sitesinde yer alan habere göre, “13 işçiyi sendikalı olduğu, 13 işçiyi de atılan arkadaşlarının direnişine destek verdiği için ‘ahlak dışı tutum’dan işten çıkaran Migros’ta, kadın işçilerin taciz ve tehdit edildiği ortaya çıktı. Migros depo amirinin hastalanan kadın işçilere çirkin ifadeler kullandığı, kadın işçilerin önüne prezervatif atarak hırsızlıkla suçladığı, odasına çağırdığı kadın işçileri sözlü taciz ettiği, işyerinde yaptığı usulsüzlüklerin ücretinin işçinin maaşından kesildiği, mesaiye kalmayan işçilerin ise istifaya zorlandığı öğrenildi.”*
1985 yılında Alman gazeteci Günter Wallraff iki yıl süreyle Türk işçi kimliği ile Almanya’da yaşadıklarını anlattığı kitaba “En Alttakiler” ismini vermişti. Kitapta sırf Türk olduğu için en ağır işleri en düşük ücretle yapmak zorunda kalan, aynı işi yapan Alman işçilerin yararlandığı sosyal haklardan yararlandırılmayan, yasal çalışma sürelerinin çok üzerinde çalışmak zorunda bırakılan, koruyucu iş ekipmanı ve iş elbisesi dahi verilmeyen, sınır dışı edilme korkusuyla bu çalışma koşullarına ses çıkartamayan, Türk olduğu için hakarete uğrayan, saçlarına sigara atılarak, başından aşağı bira dökülerek aşağılanan işçilerin yaşamlarını okuyunca öfkelenmeyen, kızmayan hiç bir Türk kalmamıştı.
Kitap yazıldıktan sonra Türk basınında Almanların her birisinin gizli Nazi olduğu, batının ikiyüzlülüğü üzerine yapılan yorumlardan geçilmiyordu.
Eğer güvencesiz durumda olanın güvencesizliğini istismar ederek ayrımcılık yapmak, onu istismar ederek haklarını vermeden, aşağılayarak çalıştırmak, kafamız bozulduğunda burası benim ülkem kendi ülkene defol git demek, kısaca Almanların Türk işçilerine yaptıklarını yapmak Nazilik ise, bugün Suriyeli işçilere yapılanlara ne demek gerekiyor. Türkiyeli işverenler de mi Nazi oldu, Nazilik sokaktaki vatandaşımızın ruhunda gizli bir davranış biçimi mi, bizde mi iki yüzlü olduk? Almanlar Türklere yapınca Nazi yüzleri ortaya çıkıyorsa bizim işverenlerimiz taşeron işçilerine, Kürt göçmen işçilere, Suriyeli işçilere aynı şeyi yaptığında ne demeliyiz?
En azından Türk, Kürt, Alman, Suriyeli ne olursan ol, güvencesizsen sermaye sana her zaman Nazi olacak, sokaktaki vatandaşı da Nazileştirecektir demenin artık vakti gelmedi mi?
*Günter Wallraff, En Alttakiler, Çeviren. Osman Okkan, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986
**http://ilerihaber.org/icerik/migrosta-kadin-iscilere-tehdit-taciz-mobbing-kadin-iscilerin-onune-prezervatif-atip-hirsizlikla-tehdit-ettiler-68166.html
22 Şubat 2017, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi