Doktor, avukat, mühendis, öğretmen, akademisyen, sanatçı, set işçisi, beyaz yakalı, mavi yakalı, taşeron, kiralık işçi, işçi, fark etmiyor. İş gücünü satarak geçimini sağlayan herkesin emeğinin yağmalandığı bir dönem yaşıyoruz.
Bağımlı çalışanların meslekleri ne olursa olsun emeklerinin değeri ödenmiyor. Çalışma sürelerine ilişkin yasal sınırlar uygulanmıyor. Sigorta primleri gerçek ücreti üzerinden yatırılmıyor ya da hiç ödenmiyor. Örgütlenme haklarını kullanamamaları için yasal statüleri değiştiriliyor. Bağımlı çalışanlar kağıt üzerinde kendi nam ve hesabına çalışıyormuş gibi gösteriliyor. Bunlar da yetmez ise, yine kayıtlarda taşeronun taşeronu gölge işverenler üzerinden kayıt altına alınıyorlar. Sorumlu tutulacak işveren kalmıyor.
Emir ve talimat verirken, işçiyi işten atarken, işçiye baskı yaparken, net, somut olarak ortada olan işveren, işçi hakkını aradığında bir anda buharlaşıyor. Görünmez, ulaşılmaz, dokunulmaz bir varlığa dönüşüyor. Hukuk, işvereni buharlaştırıyor.
Emeğin yağmasını dizi sektöründe çalışan sanatçılardan iki örnekle somutlamak istiyorum. Dizi sektörü önemli bir çalışma alanına dönüşmüş durumda. Her kanalda, haftanın her günü, yerli bir dizi var. Ekranın başında hangisini sevmişsek büyük bir heyecanla izliyoruz.
Rus ruleti ile cesaret gösterisi yapma dizilerde sık kullanılan bir tema. Oyuncular rol icabı da olsa silahı kafalarına dayayıp tetiği çektiklerinde, biz oturduğumuz yerde geriliyoruz. Zaten amaç da bizi germek, heyecanlandırmak.
Dizi Oyuncusu D’nin oynadığı dizide bir Rus ruleti sahnesi vardı. Karşısındaki oyuncu ile silahlara mermiyi koyup sırayla silahı kafalarına dayayarak tetiği çekiyorlardı.
Kullanılan tabanca gerçek, kuru sıkı tabancaydı. Genel planda mermi silaha konuluyor, daha sonra mermiler tabancadan çıkarılıyor ve boş silahla çekime devam ediyorlardı.
Yakın çekim sahnesinde silahlara mermiyi koydular ancak mermilerin çıkarılacağı esnada bir gürültü oldu, silahı oyuncunun elinden aldılar. Çekim gece yapılıyordu ve 14. çalışma saatinin içerisine girmişlerdi. Zaman baskısı, yorgunluk, mermileri silahtan çıkartmayı unutmuşlardı. Oyuncu boş olduğunu düşündüğü silahı başına dayayıp ateşledi ve tabanca, oyuncunun kafasında patladı. Gözlerini açtığında ambulanstaydı. Yüzü kan içerisindeydi. Şakağı yarılmıştı. Kafasından yüzlerce saçma çıkardılar.
Sonradan olayı anlatırken “Hastaneye gittiğimde çok korkmuştum, yüzüm kan içindeydi ve şakağımda bir yarık vardı. Ben oyuncuyum ve yüzümle para kazanıyorum, bu sebeple ciddi bir hasar olmasından çok korktum” dedi.
Dizi oyuncusu C’nin ise rol icabı ölmek üzereyken hastaneye kaldırılması, yoğun bakımda kalbinin durması ve elektroşok verilerek yaşama döndürülmesi gerekiyordu. Doktor rolü için iki figüran bulunmuştu. Başına gelecekleri biliyormuş gibi, yönetmene korktuğunu, elektroşok cihazının fişinin çekilmesini istediğini söyledi. Tamam, dediler. Çekim başladı, ölü rolü yapan oyuncunun elektroşok aletinin üzerinde kullanılması ile büyük bir acıyla bağırması bir oldu. Aletin fişi çekilmemiş, üstelik doktor rolünü oynayan figüranlar aletin basmamaları gereken kırmızı düğmesine basmış ve oyuncuya gerçekten de elektroşok uygulanmıştı.
Oyuncunun göğsünde ciddi bir yanık oluştu, 6 ay bu yanık için tedavi gördü. Yanık iyileşti ama izi kaldı. Doktorlar “1 cm daha yukarıya gelseydi ölürdün, 1 cm daha aşağıda olduğu için hayattasın” dediler. Diziye sponsor olan hastanenin sahibi doktor, bağırıp diğer hastaları rahatsız ettiği için oyuncuyu azarlayıp alay eder gibi “Niye bağırıyorsun, abartıyorsun, yaşıyorsun işte” diyebildi.
Ölümden dönen sanatçı önce şikayetçi oldu, sonra yapımcının “Bu hastane bizim sponsorumuz”, dizide çalışan arkadaşlarının “Bu bizim ekmek paramız, yapma” baskısıyla şikayetinden vazgeçmek zorunda kaldı.
Ölümden dönen bu sanatçıya göğsünde açılan yaraları iyileşmeden, yaraların üzerine rol gereği fünye takmak istediler, kabul etmedi. Kabul etmediği için “sorunlu oyuncu” kategorisine alındı.
Günde 14-16 saat çalışan dizi oyuncuları, kayıtlarda 4/b’li olarak gösteriliyorlar. Yani ücret karşılığı bağımlı çalışan olarak değil de, kendi nam ve hesabına çalışanlar sınıfına sokuluyorlar. Bu nedenle SGK primleri yatırılmıyor. Bu nedenle bir sendikaya üye olmaya gittiklerinde, SGK kayıtlarında kendi nam ve hesabına çalışanlar olarak gösterildikleri için üye olamıyorlar. Onlara “Sen işçi değilsin, sanatçısın” deniliyor. Tıpkı mühendise, avukata, doktora sen işçi değilsin denildiği gibi. Onlar da işçi olmadıklarını hemen kabul ediyorlar. İşçi olmadıklarını kabul ettikleri için, “Fazla çalıştım” diyemiyor, fazla çalışırsam “Ücretimi fazla çalışma hükümlerine göre öde”, “Set bir işyeridir, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerini al”, “Kaza geçirirsem bildir, tazminat öde” diyemiyorlar.
Ağır çalışma koşullarına katlanırken işçi olmamakla kendisini avutan sanatçılarımız, hak aramaya gelince tıpkı güvencesiz bir işçinin verdiği tepkiyi verip “ekmek parası” adına katlanmak zorunda kalıyorlar. Tıpkı işçilerin haklarını aradığında kara listeye alınması gibi “sorunlu oyuncu” olarak kara listeye alınıyorlar.
Senaryo değil, rol değil, gerçek. Emeğin yağmalanması meslek, statü ayrımı yapmaksızın herkesi güvencesizler havuzunda toplayarak, yağmayı meşrulaştırıyor, kabul edilebilir hale getiriyor. Anımsayalım emeğin yağması, sermaye birikiminin en acımasız, en sert, en vahşi, ilkel dönemidir.
15 Şubat 2017, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi