Hukuk önemli ölçüde irade açıklamalarıyla ete kemiğe bürünür. İrade sözlü veya yazılı olarak dışa vurulur, görünür olur. Yazılı olarak dışa vurulan irade açıklamasının altına, irade sahibi açıklanan iradenin kendisine ait olduğunu gösteren, sürekli aynı şekilde tekrarladığı yazılı bir işaret bırakır. Buna imza denir.
İmza atmak çok ciddi bir iştir. Atılan her imza ile haklar edinir borçlar yüklenirsiniz. İmzanın hukuken bağlayıcı olması için imza atanın, hataya düşürülmemiş olması, baskı altında imza atmak zorunda bırakılmamış olması, kısaca özgür iradesiyle imza atmış olması gerekir.
İşçiler işe girerken boş kağıda imza atar. İşçi Ahmet de boş kağıda imza atan işçilerden birisiydi. Haksız yere işten atıldı. Dava açtı kazandı. Kazandığı kıdem ihbar tazminatı ve diğer haklarını işveren ödemedi. Ahmet icraya koydu. İşveren Ahmet’in imzasını taşıyan, icra takibinde yazılı miktarı kuruş kuruş aldığını gösteren yazılı belge ile takibe itiraz etti. Ahmet, parayı almadığını, boş kağıdı işe girerken tüm işçilerle birlikte imzaladığını kanıtlayıp, parasını alana kadar tam bir yıl daha mahkemelerde süründü.
Ahmet’in gerekçesi basitti: “Ne yapalım işverenin istediğini imzalamazsan işe almıyorlar ki.”
İşçiler işe girerken boş senetlere imza atar. İşçi Ali de boş senedi imzaladı. Haksız yere işten atıldı. Kıdem ihbar tazminatı ödenmedi. Dava açtı. Dava açtıktan bir ay sonra evine bir ödeme emri geldi. Senet Van’dan icraya konulmuş, borç miktarı olarak da kıdem ve ihbar tazminatı tutarı yazılmıştı. Ali Van’a gidip icra takibine itiraz edemediği için işvereniyle anlaştı. Ali kıdem ihbar tazminatı davasından feragat etti, (vazgeçti) işverenin senedi takibe koyduğu icra dosyasından.
Ali’nin gerekçesi de Ahmet’le aynıydı:”İmzalamasak işe almıyorlar ki.”
İşçiler her ay ücret bordrolarına imza atar. Ayşe de imza attı. İşveren ücretin asgari ücret kadar olan tutarını ücret, asgari ücreti aşan kısmını bordroda fazla çalışma olarak gösterdi. Fazla çalışma ücretlerini ise hiç ödemedi. Ayşe dava açtığında işveren imzalı ücret bordrolarını sunup Yargıtay kararlarına dayanan bir savunma yaptı. Yargıtay fazla çalışmanın imzalı ücret bordrolarında gösterildiği durumlarda, işçi koşul koymadan bordroyu imzalamışsa, imzalı bordroların olduğu dönemler için fazla çalışma hesabı yapılmasını, bordroya eş değer yazılı belge sunulması koşuluna bağlıyordu. Ayşe fazla çalışmalarını alamadı.
Ayşe de “İmzalamasak çalıştırmıyorlar ki” dedi.
İşçiler işe girerken almadıkları eğitimleri almış gösteren belgelere imza atıyorlar. Hasan da eğitim aldım diye imza attı. İşveren verilen iş malzemelerinin sıralandığı, üstte ise bir paragraf yazının olduğu bir kağıdı Hasan’a imzalattırdı. Hasan işverenin “Zaman kaybına neden oluyor manuel olarak çalışın” ısrarı üzerine çalıştığı makinenin switch sistemini devre dışı bırakarak çalıştı. Bir ay sonra elini makineye kaptırdı. Dört parmağı koptu. İşveren Hasan’a eğitim verdiğini gösteren belgelerin yanında, Hasan’ın malzeme teslim tutanağı olarak bildiği belgeyi de savcılığa verdi. Belgede “makinenin switchlerini devre dışı bırakmamayı, makineyi manuel çalıştırmamayı taahhüt ederim” yazdığını savcılıkta öğrendi. İşverenin vermiş sayıldığı eğitim ve makineyi manuel olarak çalıştırmayacağım taahhüdünü yerine getirmediği için hasan yüzde 80 kusurlu bulundu.
Hasan da “İmzalamasak çalıştırmıyorlar ki” dedi.
Yargıtay kararlarını tartışan iş hukuku profesörü kürsüden “Herkes attığı imzanın sonuçlarına katlanmalı, bizim de önümüze getiriyorlar biz de imzalıyoruz” dedi.
Yargılama hukukunu tartışan bir usul hukuku hocası, “İşçinin korunması ilkesi yargılama hukukunda uygulanamaz. Yargılama hukukunda silahların eşitliği prensibi geçerlidir. Yazılı belgenin aksi yazılı belge ile kanıtlanmalıdır” dedi.
Tüm bunlar bu ülkede oldu. İsimleri değiştirdim ama olaylar birebir gerçek. “Ya işsiz kalırsın ya da peşin peşin haklarından vazgeçmeyi kabul edersin” ikilemi içerisinde bırakılan işçilerin, önlerine konulan belgeleri çatır çatır imzalamak zorunda kaldıkları bir ülke burası.
Bize de işçilere imzandan kork demek kaldı. Bir kez daha anımsatalım: Hakkını kullananın hakkını kullandığı için bedel ödediği bir yerde hak olmaz. Hakkın olmadığı yerde vatandaş olmaz. Vatandaşın olmadığı yerde kulluk, güce tapınma kaçınılmazdır. Hakların güvencesi, kendisi de sosyal bir hak olan örgütlenme özgürlüğünü, sendikal güvenceleri her durumda yeniden var etmekle olanaklıdır.
23 Kasım 2016, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi