Ortalık toz duman.
Herkesin kafası karışık. Sosyal medyada da, başta Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı olmak üzere geçmişte Fetullah Gülen’e yaptıkları övgülere ilişkin görüntüler izlenme rekorları kırıyor. En çok tekrarlanan sözcük “kandırıldık”.
Bu toz duman içerisinde yolunu şaşırmayan, ne istediğini ve kimden ne zaman, neyi isteyeceğini net olarak bilen tek kesim işverenler ve işveren örgütleri.
İşverenler biliyor ki, herkesin kafasının karıştığı, insanların korkutulduğu, büyük bir düşman algısının yaratıldığı zamanlar işveren taleplerini yaşama geçirmek için en uygun dönem.
İşverenler biliyor ki darbelerden sonra, Meclisin devre dışı kaldığı, muhalefetin susturulduğu, sendikaların sindirildiği, herkesin ilan edilen baş düşmana odaklandığı dönem, kendileri için fırsat dönemi.
12 Eylül darbesinden dört ay önce, Mayıs 1980’de işverenlerin en önemli örgütlerinden birisi olan TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) XIII. Olağan Genel Kurulunu yaptı. Bu genel kurulda işçi haklarına ve sendikal haklara ilişkin talep ettikleri yasakların tamamı darbe sonrasında anayasaya girdi ve yasa hükmü haline geldi.
TİSK Başkanı Halit Narin, işçileri ve sendikaları kast ederek, darbeyi şöyle selamladı: “20 yıldır biz ağladık onlar güldü.”*
12 Eylül darbesinden istediğini en yüksek düzeyde alan ve darbeye övgüler dizen bir diğer işveren örgütü TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği)idi.
1980’de TOBB Başkanı İbrahim Bodur, istediklerini almanın rahatlığı içerisinde 12 Eylül yönetimine “24 Ocak Kararları’nın başarıya ulaşmasında en büyük pay bu yönetime aittir. 12 Eylül’den sonraki yönetim 24 Ocak Kararları’nın başarısını iki kat artırmıştır” ** dedi.
36 yıl sonra bugün, 2016’da ise TOBB Başkanı M. Rıfat Hisarcıklıoğlu darbe girişimi sonrası karışıklıktan yararlanarak işveren taleplerini siyasi iktidara yine kabul ettiriyor.
İşveren örgütleri adına Cumhurbaşkanını ziyaret ederek ülkemizin istikrarı ve huzuru için “arkanızdayız” dedikten sonra bunun karşılığını nasıl aldıklarını sayıyor: İş dünyasından gelen taleplerin karşılandığını, matrah artırımı ve stok affı konusunda da adım atıldığını, tüm özel sektörümüzün bu imkanlardan azami şekilde faydalanacağı müjdesini veriyor.***
Oysa Hisarcıklıoğlu’nun açıklamasına almadığı, işverenlerin memleketin huzuru için gördükleri taleplerinden biri daha var ki onu da Cumhurbaşkanının oda ve borsa başkanları ile yaptığı toplantıdan sonra devlet televizyonu kanallarından birinde yaptığı açıklamadan öğreniyoruz:
“İşverenlerin de bazı sıkıntıları var ve haklılar. Diyelim ki bir işçiden memnun değilsin, kapıya koyuyorsun, ihbar tazminatını, kıdem tazminatını veriyorsun, gidiyor iş mahkemesine tekrar geri gönderilip bu defa farklı bir ikramiye ödemek suretiyle almak zorunda kalıyorsun.”****
Yani işveren diyor ki parasıyla değil mi, hak etmişse tazminatını vereyim atayım, bir daha da hukukla, mahkemeyle uğraştırmasınlar bizi.
Cumhurbaşkanı buna öyle ikna olmuş ki açıklamasında devam ediyor: “Tekme kapıya koyalım demiyorum, ihbar ve kıdem tazminatını verirsin başının çaresine bak dersin. Hukuk da buna amir. Ben , iş hukuku okudum.”
Heyhat! Cumhurbaşkanı yine kandırılıyor. Yasalar zaten Cumhurbaşkanının söylediği gibi düzenlenmiş.
Yasalarda yer alan çalışana iş güvencesi, işverenin kıdem ve ihbar tazminatı ödeyerek işçiyi kapının önüne koyma hakkını vermiş zaten. İş güvencesi sadece işverenlerin ortada hiçbir neden yokken keyfi biçimde işçiyi canın istediği gibi işten çıkartmasına karşı yargısal denetimle sınırlı bir güvence sağlamaya dönük bir kurum. Üstelik işveren yasa gereği, yargı işverenin keyfi olarak çıkardığını belirlese de sadece tazminat ödeyerek yargı kararına uymama imtiyazını da koruyor.
Öyleyse işverenler daha ne istiyor denilebilir.
İşveren örgütleri, bu karmaşa içerisinde, darbenin karşısında olduklarını anlatmak ne kadar vatansever olduklarını göstermek için gittikleri sarayda, işverene yargı kararının bağlayıcılığını para ödeyerek ortadan kaldırma imtiyazı bile veren, çalışanın elini kolunu geleceğini kıskıvrak işverenin iki dudağı arasına bırakan “çalışanın iş güvencesi” yasal süreçlerini dahi kendilerine yapılmış bir haksızlık olarak sunuyorlar. Cumhurbaşkanına, kanunları düzenleyin, attığımız kişi mahkemeye gidemesin diyorlar yani.
Ve Cumhurbaşkanı da buna ikna olmuş.
İşverenlerin her durumda soğukkanlılıklarını yitirmeden kendi çıkarlarını siyasi irade haline getirme kararlılıklarına, becerilerine, sermayenin sınıf bilinci, sermayenin sınıf çıkarlarıyla siyasilerin çıkarlarının örtüşmesinin adına da “siyasi istikrar” deniliyor ne yazık ki.
İşçiye, işçi sınıfına, sendikalara da cambazı izlemek kalıyor.
***
Çok üzgünüm… Bu yazıyı hazırlarken KÜ Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü 2014-2015 yılı mezunlarından, öğrencim İdris Tilki’nin trafik kazasında yaşamını yitirdiğini öğrendim. Üzüntüm büyük. Acılı ailesine ve tüm sevdiklerine sabır diliyorum.
* Halit Narin, Cumhuriyet Gazetesi, 23. 02.1983, s, 7
** İbrahim Bodur, “12 Eylül Harekatı Olmasaydı 24 Ocak Kararları Asla Başarıya Ulaşmazdı”, Cumhuriyet, 26 Ocak 1982, s. 6
*** http://www.tobb.org.tr/Sayfalar/Detay.php?rid=21326&lst=MansetListesi
****http://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-dan-is-adamlarina-sizlere-8673664-haberi/
17 Ağustos 2016, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi