Hiçbir savaş, sadece silahla askerle sürdürülmez. Kamuoyunun da savaş konusunda ikna edilmiş olması, savaşın meşrulaştırılmasının en önemli koşuludur. Kamuoyu gözünde meşruluğunu yitirmiş savaşlar sürdürülebilir olmaktan çıkmışlardır. Bu yalın gerçeği bilen, savaşı tek siyasal araç haline getirmiş yöneticiler en çok barış sözcüğünden korkmuşlardır.
Cumhuriyet tarihinde barış istemini dile döken, barış istemini somut bir talep haline getiren ilk örgütlenme 14 Temmuz 1950’de kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti olmuştur.
Türk Barışseverler Cemiyeti Behice Boran, Adnan Cemgil, Vahdettin Barut, Osman Fuat Toprakoğlu, Reşat Sevinçsoy, Nevzat Kemal Özmeriç ve Muvakkar Güran tarafından kurulmuştur. Cemiyetin kurucu başkanlığını Behice Boran, genel sekreterliğini Adnan Cemgil üstlenmiştir.
25 Temmuz 1950’de, Barışseverler Cemiyetinin kuruluşundan 11 gün sonra Adnan Menderes başbakanlığındaki Demokrat Parti hükümeti, Kore’ye asker gönderme kararı almıştır. Cemiyet TBMM’ye dilekçe göndererek, alınan kararın hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca dağıttığı bildiriyle de Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkmıştır.
Barış Cemiyeti yöneticileri bildiri dağıtıldıktan bir gün sonra gözaltına alındılar. Haklarında “Hükümetin aldığı kararı tenkit etmek, milli mukavemeti kırıcı ve askeri isyana teşvik edici beyanname neşretmek” suçlamasıyla askeri mahkemede dava açıldı. Mahkemenin 3 yıl 9 ay olarak verdiği cezayı, Askeri Temyiz Mahkemesi 15 aya indirdi. Behice Boran cezaevinde doğum yapmak zorunda kaldı. Barışseverler Cemiyeti ise kapatıldı.
Barışseverler Cemiyeti 20 Nisan 1977 tarihinde Türkiye Barış Derneği adıyla yeniden kuruldu. Üç yıl sonra gerçekleşen 12 Eylül Darbesi tüm hışmıyla Barış Derneğine yüklendi. Barış Derneği yöneticileri 27 Şubat 1982’de tutuklandılar. 3.5 yıl cezaevlerinde tutuklu olarak kaldılar. 1991 yılında yargılamaları beraatle sonuçlandı.
Bu ülkede iktidarda olanların savaş istediği dönemlerde barış istemenin, barışı savunmanın her zaman ağır bir bedeli olmuştur. Bu dün de böyleydi bugün de böyle.
Ocak 2016 Türkiyesi’nde sokağa çıkma yasaklarının 50 güne ulaştığı, çocukların öldürüldüğü, sivil halkın beyaz bayraklarla hastaneye gitmeye çalıştığı, cenazelerin günlerce kaldırılamadığı koşullarda 1128 akademisyen, barış istiyoruz dediler.
Kendilerinden önce barış isteyenlere yapılanlar bu kez misliyle onlara yapılmaya başlandı. Kişiler değişti, zaman değişti, barış karşıtı düşmanca mantık değişmedi. 12 Eylül darbe koşullarında 3.5 yıl cezaevinde tutulan barış derneği yöneticilerine yasakçı anlayış bugün barış isteyen akademisyenleri hedefleyerek yeniden hortladı. Barış isteyen akademisyenler tam bir linç kampanyasının hedefi haline getirildiler.
Cumhurbaşkanı, “aydın müsveddesi, güruh, mandacı, karanlık, cahil, terör destekçisi, akademik bir terörün aktörleri” gibi hedef gösterici küçültücü suçlamalarla itibarsızlaştırmanın öncülüğünü yaptı.
Cumhurbaşkanının her hedef göstermesinde yaşananlar bir kez daha yaşandı. Savcılıklar, YÖK harekete geçti ve barış isteyen akademisyenlere yaşamı zindana çevirme operasyonu başladı.
Bundan sonra barış isteyen akademisyenler için yaşamın kolay olmayacağını kestirmek için kahin olmaya gerek yok. Görevden almalar, özel üniversitelerde hemen işten çıkartmalar, basında hedef haline getirmeler, “sözde akademisyenler” yakıştırmasının ortak dile dönüşmesi linç kampanyasının ilk adımlarını oluşturdu.
Keşke, barış isteyen akademisyenleri koruyacak etkin bir hukuk sisteminin varlığından söz edip bu ülke hukuk devleti diyebilseydim.
Keşke anayasasında hukuk devleti yazan bir ülkede cumhurbaşkanı da olsa hiç kimsenin bir başkasına hakaret etme hakkı yoktur, hakaret eden hukuk önünde hesap verir diyebilseydim. Bunların hiçbirini ne yazık ki söyleyemiyorum.
Biliyoruz barış isteyen akademisyenler için çok farklı bir hukuk rejimi işleyecektir. Biliyoruz barış isteyen akademisyenlere verilen destek onları linç etmek isteyenleri dizginleyecek etkide ve güçte olmayacaktır. Biliyoruz bu linç kampanyasını sürdürenler, akademisyenler özelinden tüm toplumu sindirene kadar arsız saldırılarını sürdüreceklerdir.
Biliyoruz akademisyenleri hedef alan bu kampanya, imza veren her akademisyenin günlük yaşamını cendere içerisine alacaktır.
Tüm bu olumsuzluklara karşın biliyoruz ki bir gün barış kazanacak. O gün, yani barışın kazandığı gün, yaşamları zindana dönen 1128 akademisyene barışı soluyan herkes minnet duygularını dile getirecektir.
Bugün horlanan bir avuç akademisyenin barışın kazanılmasında yaptıkları katkı hiçbir zaman unutulmayacaktır.
27 Ocak 2016, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi