Türkiye’de işçi hakları deyince akla çalışma mevzuatı, iş yasası, sendikalar ve toplusözleşme kanunu, sosyal güvenlik yasası geldiğini belirten Dr. Murat Özveri, İcra İflas Yasası, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun, Ticaret Kanunu gibi yasal düzenlemelerin işçi haklarını nasıl etkileyeceğinin ise dikkate alınmadığını kaydetti.
Arzu ERKAN
Kocaeli
İşçi alacaklarının güvencesi sorunu, fabrikaların iflasının ardından yaşanan mağduriyetlerle her seferinde yeniden gündeme gelir. Kapısına kilit vurulan her fabrika, alın terlerini o tezgâhlara akıtan işçilerin gelecek hayallerini ellerinden almakla kalmaz, kazanılmış haklarını da tuzla buz eder. Feniş Alüminyum işçilerinin, fabrikada üretimin durdurulmasının ardından ücret alacakları, kıdem ve ihbar tazminatları için üç ayı aşkındır süren isyanı tam da bunadır. Ya da Gürsan Demir Çelik Fabrikası’nda gecenin bir vakti patrondan gelen telefonla işten çıkarıldıklarını öğrenen, fabrikalarına gittiklerinde bomboş duvarlarla karşılaşan işçilerin…
Türkiye’de işçi hakları deyince akla çalışma mevzuatı, iş yasası, sendikalar ve toplusözleşme kanunu, sosyal güvenlik yasası geldiğini belirten Dr. Murat Özveri, İcra İflas Yasası, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun, Ticaret Kanunu gibi yasal düzenlemelerin işçi haklarını nasıl etkileyeceğinin ise dikkate alınmadığını kaydetti. Son 10 yılda yasalarda yapılan değişiklikler sırasında işçi alacaklarının hep es geçildiğini vurgulayan Özveri, bunun basit bir “unutma” olmadığını, sermaye kesiminin alacakları güvence altına alınırken işçi alacaklarının güvencesiz bırakılmasının “sınıfsal bir tercih” olduğunu vurguluyor.
Kocaeli’de iflas eden Feniş Alüminyum ve Gürsan Demir Çelik fabrikalarında alacakları ödenmeden kapı önüne konan yüzlerce işçinin mağduriyeti, işçi alacaklarının güvencesi sorununu bir kez daha gündeme getirdi. Bu konuda yasal mevzuatın durumu nasıl?
İşçi alacaklarının güvencesi sorunu işçilerin ciddiye alınmadığının somut göstergesidir. Türkiye’de son 10 yıl içerisindeki yasal değişikliklere baktığımızda işçi alacaklarının güvencesi diye bir sorunun akla dahi gelmediğini görüyoruz. 10 milyonun üzerinde ücretli çalışanın alacaklarının, yasal değişiklikler yapılırken dikkate alınmaması ciddi anlamda düşündürücü. İnsanın aklına şu sorular geliyor: Bu yasalar yapılırken sendikalar yok muydu? Bu yasalar yapılırken işçiler yok muydu? Bu yasalar yapılırken işçileri temsil eden o Mecliste muhalefet şerhi yazacak bir milletvekili de mi yoktu? Ya da hiç mi bir şey bilmiyorlardı?
İşçi alacakları diğer alacaklar içerisinde kendine nasıl bir yer buluyor?
Medeni Kanunda yanlış hatırlamıyorsam yedi tane var, Borçlar Kanununda var, diğer özel kanunlarda var… Örneğin Avukatlık Kanununda, avukat alacağının imtiyazlı alacak olduğu söyleniyor. Bu şekilde rehinli, ipotekli, imtiyazlı olan alacakların tamamı bittikten sonra işçi alacakları teminatsız ve rehinsiz alacakların içerisinde birinci sıraya gelecek. Tek güvence bu. Benim tespit ettiğim; devlet alacakları da dahil 14 imtiyazlı alacak var.
Bu yasal düzenlemeler yapılırken işçiler hep unutulmuş dediniz. Peki kimler unutulmamış?
Ticaret Kanununda “gemi alacağı” unutulmamış. Gemi alacağı ayni bir alacak olarak düzenlenmiş. Ayni alacak üçüncü şahıslara karşı da ileri sürülebilen bir alacak demek. Gemiyi kim alırsa alsın, kime satılırsa satılsın, hangi denizde yüzerse yüzsün gemi alacağı devam ediyor. Ya da ben mal veriyorum, fason çalışıyorum, gönderdiğim mallar işlenip bana geliyor. Ola ki fason çalışan firma krize girer, borçlular gelir benim o mallarımı alırlarsa diye rehinli veriliyor mallar. Dolayısıyla bunlar da koruma altına alınmış. Bankaların alacakları ipotekle koruma altına alınmış. Finansal kiralama şirketlerinin zaten özel kanunları var. Kamu alacaklarının usulü hakkında kanun var, bu kanunla devlet alacaklarının tamamı hem öncelikli hem de özel güvence altına alınmış…
Sermaye kesiminin alacakları, devlet alacakları garanti altına alınırken işçi alacaklarının ‘unutulmuş’ olmasını nasıl yorumlamak lazım?
Bu manzaraya birazcık sağduyulu bakan birisinin burada tam da sınıf mücadelesinin en somut, billurlaşmış şeklini görmemesi için kör olması gerekir. İcra İflas Yasası’nda ticaretin devamlılığını, sürekliliğini sağlamak için alacaklıyı da borçluyu da dengeleyebilecek bir takım güvenceler getirebiliyorsun ama tüm bu kesimleri, devletin alacaklarını korurken sadece ücreti ile yaşayan bir kesimin içine düşeceği fakru zaruret durumunu sadece adli yardım olanağı ile sınırlandırıyor isen, sen sınıfsal anlamda bu kesimi kaale almıyorsun demektir. Bu, nasıl olsa bu işçi tükenmez demektir. Feniş gider, Meniş gelir demektir. Gürsan’ın başına gelen de bu, yarın başkalarının başına gelecek de bu…
Sendikalar tüm bu yasal değişikliklere işçilere etkisi ne olur diye baksa ve buna göre bir tutum alsaydı…
İşçi alacakları tüm alacakların önünde olurdu. İşçilerin açtığı davalardan devlet harç almazdı. Devlet üç ayla sınırlı bir garanti fonu oluşturmazdı, 173 sayılı ILO Sözleşmesini onaylardı, işçi alacaklarını devralırdı, halefiyet ilkesini devreye sokardı, işçinin parasını öderdi ondan sonra gider alacaklarını istediği gibi alabilirdi. Devlet tüm bunları yapacağına, ‘işçi alacaklarının garantisi yok, kıdem tazminatlarını alamıyorlar, fona devredelim, kaldıralım, alt işvereni de sınırsızlaştıralım’ gibi işçinin mağduriyeti üzerinden politika üretme cinliğini önümüze koyuyor. Ne yazık ki bu cinlik sendikal örgütlenme tarafından yeteri kadar deşifre dahi edilemedi.
Sonuçta sınıfsal çıkarların ekseninde örgütlü gücünle bu yasal sürece müdahil olamazsan, bu yasal sürece müdahil olamadığın yerde meşruiyet ekseninde kendi hukuk kurallarını yaratacağını hissettiremezsen o zaman bu kurallar sen yokmuşsun gibi tıkır tıkır işler.
Tüm bu yasalar yapılırken işçilerin unutulması, basit bir unutkanlık değil, sınıfsal bir tercih. Sermayenin özgürce ve istediği gibi at oynatabilmek, rahatça dolaşabilmek için en küçük pürüze bile tahammülü yok, tüm bu düzenlemeler de bu tahammülsüzlüğün yasal zemindeki izdüşümleri.
Bir meslektaşım çok net söyledi; işçi alacaklarının birinci sıraya alındığı bir sistemde hangi banka işyerlerine kredi verir ki? Banka verdiği kredinin güvence altına alınmasını istiyor. Şimdi elinizi vicdanınıza koyup düşünün bir bankanın parasını satmaya korktuğu, parasını satmaya çekindiği bir yerde işçiler, canından olmaya çekinmeden üstelik ücretinin de hiçbir güvencesi olmadan çalışmaya mahkum ediliyor.
İŞ YASALARINDAKİ KISMİ KORUMA DİĞER YASALARLA SIFIRLANIYOR
Son 10 yılda yapıldığını söylediğiniz yasal değişiklikler hangileri? Bunların işçi alacaklarına etkisi nedir?
Başlıklar halinde sıralayalım; İcra İflas Yasası değişti. Yeni Borçlar Yasası yürürlüğe girdi. Medeni Kanun değişti. Ticaret Kanunu değişti. Hukuk Yargılama Usulü Kanunu değişti. Değişen tüm bu yasalarla işçi alacakları arasında nasıl direkt, organik bir ilişki var sorusu önemli. Sorunlar biraz da buradan başlıyor çünkü. İşçi hakları deyince bizim aklımıza hemen çalışma mevzuatı, bu mevzuatın içerisinde de genellikle İş Yasası geliyor. İş Yasası’nın hemen peşinden 6356 sayılı Toplu Sözleşme ve Sendikalar Yasası -ki yeni değişti- aklımıza geliyor. Çok zorlarsak meslek hastalığı, iş kazası, yaşlılık aylığı alınmaması durumunda ise sosyal güvenlik yasası geliyor aklımıza. Dolayısıyla çalışma yaşamını şekillendiren yasalar demetinden biz sadece bireysel iş yasalarını, kolektif hakları düzenleyen yasaları ve sosyal güvenlik üçgenini anlıyoruz. Bu algı önemli ölçüde doğru. Gerçekten de çalışma yaşamının merkezinde bu yasalar var ama diğer yasalarda, bu yasalardaki korumayı sıfırlayacak, bu yasalardaki hükümleri bertaraf edecek nitelikte hükümler var ve biz bunları es geçiyoruz.
“Korumayı sıfırlayacak” hükümler dediniz… Bunu biraz açar mısınız?
Türkiye’de bankacılık sektörü, finans sektörü gelişiyor. İster istemez arkasından yasal mevzuat değişikleri geliyor. Parayı satanlar paranın satış biçimini çeşitlendiriyorlar. Örneğin leasing, “finansal kiralama” diye adlandırılan yeni bir yöntem ortaya çıkıyor. Dolayısıyla leasing firmaları ile iş yapanlarla, firmalar arasındaki ilişkiyi düzenleyecek bir mevzuata gereksinim duyuluyor. Buraya kadar hiçbir itirazımız yok. Fakat bu mevzuat düzenlenirken leasing firmaları ile iş yapan işverenlerin işçi çalıştırdıkları, yasa koyucunun aklına hiç gelmiyor. Finansal kiralama yasası çıkarken sadece leasing veren firmalar onların haklarını güvence altına almak için yasanın 5. maddesine bir hüküm konuluyor.
Deniliyor ki; finansal kiralama konusu olan mallar 5 yıl geçmedikçe haczedilemezler, icra memurları bunları ayırır kalan mallar üzerine işlem yapar. Şimdi hayatın içerisinde işçileri ilgilendiren boyutuyla bu yasa şöyle uygulanıyor: Firma fabrikasını, makinelerini kağıt üzerinde leasing firmasına satıyor, sonra leasingli olarak yeniden devralıyor. İşçi alacaklarını ödemiyor, işçi çıkarıyor tazminatlarını ödemiyor.
Somut konuşalım; burada bir tersane -ismini vermeyeceğim- 47 işçisini işten çıkarıyor. Davalar sonuçlanıyor, ilamlarla birlikte icra memuru ile gittiğimizde elimizi nereye atsak leasingli mallar karşımıza çıkıyor. Vinç leasingli, yapılan gemi leasingli, herşey leasingli, hacz edecek mal bulamıyorsunuz. Dolayısıyla arkanıza baka baka icra memuruna yatırdığınız harçlarla birlikte geri dönüyorsunuz. Buradan çıkan sonuç şu; finansal kiralama yasası yapılırken Mecliste hiç kimse işçi alacaklarını istisna tutalım ya da işçi alacaklarına ek bir güvence getirelim dememiş.
İŞÇİLER HAKLI OLARAK SURATIMA BAKIYOR
İcra İflas Kanunu’nda hileli iflasları engellemeye dönük, kısmen de olsa işçi alacakları açısından olumlu bir madde vardı. Yeni düzenlemede yok mu artık?
Orada da işçiler düşünülmemişti aslında ama şöyle bir hüküm vardı: İşletmenin tamamını ya da bir kısmını devralan işveren devirden 3 ay önce mutat araçlarla duyurmaması halinde alacaklılar devri iptal ettirebiliyorlardı. Bu hükmün nasıl işe yaradığına somut bir örnek; Kütahya’nın hemen girişinde Doğan Kağıtçılık diye bir firma vardı. Bu firmada sendikalaşma nedeniyle işçilerin tamamı işten çıkarıldı. Davalar sürerken işveren işyerini gerçekten de herhangi bir muvazaalı işlem olmaksızın başka bir sermaye grubuna devretti. Bu devirden sonra hacze gittiğimizde 4 masa dışında başka hiçbir şey yoktu. Bu hükme dayanarak dava açtık, ‘Bunlar devri 3 ay öncesinde işçilere haber vermemişlerdir, bu nedenle iptali gerekir’ dedik. Mahkeme devri iptal etti, bunun üzerine devralan işveren işçilerin tamamının alacaklarını birgünde ödedi. İcra İflas Yasası değiştiğinde ilk baktığım bu madde oldu; inanılmaz ölçüde yumuşatılmış, o karine genel muvazaa geçersizlik hükümlerine dönüştürülmüş. Dolayısıyla elimizden bu silah da alınmış oldu.
İcra İflas Yasası’nın 257. maddesine göre alacağın mahkeme kararına bağlı değilse teminat karşılığında ihtiyati haciz kararı veriliyor. İşçiler açısından bu durumun somut karşılığı nedir?
Konuyu Gürsan AŞ somutunda ele alalım. Bir telefonla bir gece içerisinde iş sözleşmeniz fesih ediliyor. Ertesi gün fabrikaya gidiyorsunuz işveren yok, işveren temsilcileri yok. İşçiler içerisinde 20-22 yıllık kıdemi olanlar var. 55 bin liradan başlayıp, 8 bin liraya kadar düşen alacakları var. İşçilerin herhangi bir alacaklı gibi davranması isteniyor. Yani kimdir bu alacaklılar? Bankalar, finans şirketleri… Bunlar anında hukuk servislerini devreye sokuyor, takır takır ihtiyati haciz kararları alıyorlar. Çünkü teminat yatırabilecek güçleri var. Tüm bu mallara el koyuyorlar.
İşçiler hukuki yardım isteğiyle geldiği zaman ben onlara diyorum ki; önce alacaklarınızın binde 63’ünün dörtte birini peşin harç olarak getireceksiniz. Keşif yapılacaksa, tanık bildirilecekse, bilirkişi incelemesi yapılacaksa kişi başına 950 lira mahkeme masrafını getireceksiniz. Yetmiyor alacağınızın mahkeme tarafından belirlenecek tutarı teminat olarak yargılama sonuna kadar yatırılarak ihtiyati haciz kararı alınacak. İcra memurunun yolluklarını yatıracaksınız, haczi uygulayacağım, yedieminin tarifesine göre o malları kaldıracaksınız ve ücretini ödeyeceksiniz… İşçiler haklı olarak suratıma bakıyor.
İşçi teminat yatıramazsa haciz düşecek, öyle mi?
Bu durumlar için adli yardım talebinde bulunuyorsunuz. Burada yasa diyor ki mahkeme masraflarının karşılanması, işçi ya da ailesinin geçimi açısından, onların güç duruma düşmesine neden olacaksa yargılama bitene kadar masraf alınmaz, yargılama sonucunda kaybeden taraftan tahsil edilir. Hemen bu kurumu işletmek için başvuruyorsunuz. Mahkeme tek tek araştırıyor, bu işçinin evi var mı, arabası var mı, başka bir gelir kaynağı var mı? Bana göre bir işçinin evi ya da arabası da olsa mahkeme masrafları için bunları satacaksa bu güç duruma düşeceği anlamına gelir ama mahkeme ne karar verir bilmiyorum. Şimdi kıdemini, ihbarını, maaş alacağını alamamış işçiler maazallah bir de adli yardım talepleri kabul edilmezse fiilen de gidip uyguladığımız bu haciz teminatları yatırılamadığı için düşecek. Dolayısıyla ihtiyati haciz kurumu düzenlenirken de işçi alacakları hiç düşünülmemiş.
3 Ocak 2014 EVRENSEL