ABD, 1900’lü yılların başına kadar, ancak dördüncü sınıf bir endüstriyel güçtü. Nüfusun çoğunluğu Western filmlerinde izlediğimiz çiftliklerde ya da küçük kasabalarda yaşıyordu.
Önce demir yolları gelişti. Ulusal bir pazar doğdu. Kömür ve demir gibi doğal kaynakların kullanımında patlamalar yaşandı.
1900’lü yıllar değişim yıllarıydı. Köyden kente büyük bir göç başladı.
Sanayi merkezleriyle kentte yoğunlaşan nüfus büyük bir iş gücü fazlalığının doğmasına yol açtı. İş gücü fazlalığı ise beraberinde kötüleşen çalışma koşullarını getirdi.
Artan çalışma hızı, tek tipleşen işler, üretimde kullanılan ve işçilerin korunmasız muhatap oldukları kimyasallar, metaller, mineraller, tozlar, güvencesiz makineler meslek hastalığı ve iş kazalarına bağlı ölümleri sıradanlaştırdı.
Döneme tanıklık yapan araştırmacılar, makalelerine “Sanayinin Ölüm Listesi” başlıklarını attılar. Bir yandan eşi benzeri görülmemiş refah öte yanda pek fazla konuşulmayan işçi ölümlerinin dönemi tanımladığı vurgulandı.
Gazeteler, dergiler, iş kazası, meslek hastalığı nedeniyle ölen işçilerin sayısının her yıl, büyük ölçekli pek çok savaşta ölenlerden daha da fazla olduğunu yazdı.
Bu yazarlara göre, ülkede çalışarak yaşamak gerçek bir savaşa katılmaktan daha tehlikeli olmaya başlamıştı.
Adına “muckraker” (skandal haberciliği yapan) denilen bir yazar grubu ortaya çıktı. Bunlar, kurumların kamu yararına aykırı uygulamalarını araştırıyor, açığa çıkartıp yüksek tirajlı gazete ve dergilerde yayımlıyorlardı.
Amaçları, “İşçi ölümlerini bir cinayet olarak yansıtan bir söylem ve görüş geliştirip, özellikle yüksek risk taşıyan sektörlerde işyerlerine çeki düzen verilmesini sağlamaktı.” Cinayet tanımları önemliydi çünkü iş kazası ve meslek hastalığından kaynaklanan ölümler, üretimin talihsiz, kaçınılmaz yan ürünleri olarak görülüyordu. İş kazaları, meslek hastalıkları hukuki bazı ilkelere göre değerlendiriliyordu.
Birinci ilkeye “Varsayılan risk” deniliyordu. Bu ilkeye göre, işçi işi kabul etmekle işe bağlı riskleri da kabul etmiş oluyordu.
İkinci ilkeye “İhmale iştirak” ilkesi deniliyordu. İşverenin işçiyi açıkça tehlikeye attığı bir durumda bile, işçinin kazanın oluşumuna en küçük bir katkısının olduğu kanıtlandığında, işçi ihmale iştirak ettiğinden işverene karşı açılan dava reddediliyordu.
Üçüncü ilke hepsinden daha tehlikeliydi: “Mesai arkadaşı” ilkesi. Bu durumda iş kazasının tüm sorumluluğu işçinin birlikte çalıştığı arkadaşı veya arkadaşlarının üzerine yıkılıyordu. İşveren ise bu üç ilke sayesinde asla sorumlu olmuyordu.
Bıkmadan usanmadan yazdılar. Babası metodist bir misyoner olduğu için ilk gençliğini ülkeyi gezerek geçirmek zorunda kalan William Hard, sadece 1904 yılında 46 işçinin yaşamını yitirdiği, 386 işçinin kalıcı olarak sakat kaldığı çelik şirketini yazdı.
Araştırmacı John Fitch, altı eyaletteki çelik işçilerinin durumunu “Yüksek Verimliliğin İnsani Boyutu” başlıklı araştırmasında yazıp 1912 yılında yayımladı.
AB. Reeves “senenin her bir dakikasında bir işçiyi hastane veya mezarlığa” gönderdiklerini yazdı. Cyrstal Eastman, Work Accidents and the Law (İş Kazaları ve Hukuk) isimli kitabında Pittsburgh işçilerini anlattı. 10 Haziran 1910 tarihinde ilk kez ulusal düzeyde yapılan ve endüstriyel hastalıkların ele alındığı konferansta Alice Hamilton, Chicago’da yaşayan işçilerin başlarına gelen kurşun zehirlenmelerini gündeme getirdi.
Tüm bu çabalar önce iş kazaları, meslek hastalıkları sonrası ölümlerin sigorta şirketleri aracılığıyla tazmin edilmesi sonucunu doğurdu. Yetmedi, bu kez paranın adaletin yerini almasına karşı yeni bir mücadele başlatıldı.
ABD’de halen iş kazası sonucu meydana gelen yaralanma ve ölümler nedeniyle işverenlerin ceza alması, savcıların şirket sahibi ve müdürlerini adam öldürme ve cinayet iddiasıyla yargılamaları, hâlâ haber değeri taşıyacak kadar sıra dışı olaylar olmaya devam ediyor. Giderek artan sayıda işveren dergilerinde işverenlerin yakınmasına neden olacak kadar ceza yargılaması gündeme geliyor.
ABD’de asıl farkındalık, 1911 yılında, bir korse ve gömlek fabrikasında iş bitimine çok az vakit kala çıkan yangında 62 kadın işçinin altıncı kattan kendilerini aşağı atarak ölmeleri üzerine başladı. Yazarlar, akademisyenler, işçi dernekleri bu farkındalığı artırmak için seferber oldu.*
Bizde de İstanbul İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi (İSİGM) Soma’dan sonra da iğneyle kuyu kazarak veri üretiyor, farkındalığı artırmak için mücadele ediyor. Soma işçi sağlığı iş güvenliği açısından bir milat. İSİGM bilginin üretilmesinde şimdiden bir nirengi noktası. Soma’da 301 işçinin ölümü ile ilgili yargılama devam ediyor. Hiçbir şey Soma’dan önceki gibi olmayacak, olmamalı.
*Bu yazıda kullanılan bilgilerin kaynağı olan “Bir işçinin ölümü ne zaman cinayet olur?” başlıklı makaleyi çeviren Esra Yalçınalp’e ve makalenin redaksiyonunu yaparak benimle de paylaşan Aslı Odman’a teşekkür ederim.
EVRENSEL GAZETESİ 2.9.2015