İnsan tek başına yaşamını sürdürme yeteneğinden yoksundur. İnsan insana muhtaçtır. Hiçbir insan bir başka insanın katkısı olmadan yaşamını sürdüremez. Başkasına yük olmak, bir başkasından yardım almak zorunda kalmak ise her insan için ağır bir yüktür. İnsanlık bu yükü hafifletmek için toplumsal iş bölümü temelinde mal ve hizmetleri satın alma kurumunu geliştirmiştir.
Ticaret denilen insan etkinliğinin, değişimin altında insanın tek başına yetersizliği yatmaktadır. Kendi üretemediği gereksinimleri karışılamak için mal ve hizmet satın almak zorunda olan insanın, bu mal veya hizmeti alacak bir ekmek kapısına gereksinimi vardır. Her zaman bu gelire sahip olması ise olanaklı değildir.
İnsanın temel gereksinimlerini şu veya bu nedenle karşılayamaz olduğunda yaşamını sürdürmesi için dayanışma zorunlu bir insan etkinliğidir. Dayanışmanın bir başka insanın keyfine kalmaması, işlevli olması için ise hak temelli ve kuramsal işleyişe sahip kılınması gerekmektedir. Bu nedenle “Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz” denilmiştir.
Sosyal güvenlik hak temelli, kuramsal işleyişe sahip, önceden belirlenmiş kurallarla yürütülen, dayanışma hizmeti verenlerden bağımsızlaştırılmış, öznesi “herkes” olarak kabul edilen bir dayanışma kurumudur. Sosyal güvenlik sayesinde insan öncelikle kendisiyle dayanışır. Ödediği primler karşılığında başına gelebilecek risklerin olumsuz sonuçlarından korunmayı satın alır.
İstenilen ve özlenen kuşkusuz sosyal güvenlik sistemlerinin tüm dayanışma gereksinimini karşılayacak yetkinlikte, kapsamda ve kalitede hizmet veren kurumlar olmasıdır. Ancak ne yazık ki sosyal güvenlik sistemleri yeterli değildir, gittikçe de daha yetersiz hale gelmeye devam etmektedir.
Sosyal güvelik sisteminin olmadığı yerde sosyal ilişkiler üzerinden sınırları çizilen dayanışma kurumları devreye girmek zorunda kalmaktadır. Aile bu anlamda bir dayanışma kurumudur. Sosyal roller tanımlanmış, kimin ne yapacağı yaşamın sürdürülmesinde nasıl bir görev yerine getireceği belirlenmiştir.
Dostluk, arkadaşlık, komşuluk sosyal roller üzerinden şekillenmiş bir diğer dayanışma kurumudur. Üstelik sanıldığının aksine hak temellidir. Hareket noktasını “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” saptamasından alır. “Komşu hakkı” üst başlığı üzerinden komşunun hakkını kabul eder, komşuyu komşuya borçlandırır. Bu yüzden ev almaktansa komşu almak önemlidir. Komşuluk hukukunun sağlıklı işlemesinin önemi vurgulanmıştır.
Komşuluk hukuku iyilik yapmayı değil dayanışmayı önceler. Karşılıklı haklar ve haklar üzerinden talep edilen, edildiğinde yerine getirilmesi gereken yükümlülükler vardır. İyilik yapmak ise tek taraflı, sadece iyilik yapanın öz saygısını arttıran, iyiliği kabul etmek zorunda kalanın ezik hissetmesine neden olan, içten içe iyilik yapana öfke duyulmasını besleyen bir etkinliktir. İyi olmak başka bir şeydir, iyilik yapmak başka bir şey. İyilik yapıyor olmak tek başına iyi insan olmak anlamında da gelmemektedir. İyi olmak sosyal yaşamda eşitler ilişkisini kabul edip hak temelli dayanışmaya özen göstermek, hakka saygılı yaşamaktır. İyilik yapmak, dayanışma yerine vermeyi koyup, “Veren el utanmaz” düsturu içerisinde verebiliyor olmanın iktidar duygusunu yaşamak, verme karşılığında saygı, sevap, rıza, kabul görme almaya dönük bir eylemdir.
Sosyal medyada dolaşan bir kıssa dayanışma, iyi olmak ve iyilik arasındaki farkı çok güzel anlatıyordu. Kıssa anımsadığım kadarıyla şöyleydi:
Bir gün yaşlı nine torununa komşuya git de bir bardak tuz alıp gel der. Torun neden komşuya gidiyorum evde bir torba tuz var diye yanıtlar ninesini. Nine der ki; evladım komşularımız darda sık sık bizden bir şeyler istemek zorunda kalıyorlar, biz de veriyoruz. Sen de git onlardan bir şey iste ki kendilerini kötü hissetmesinler, onlar da bize bir şey yapmış olsunlar. Nine iyilik yapmanın yerine dayanışmanın, ihsan yerine hakkın önemini vurgulamaktadır.
Kibir ise güçten beslenen insani bir duygudur. Üstenciliği beraberinde getirir. Kurulan sosyal ilişkilerde, ses tonu, bakış, duruş, oturuş, yürüyüş vb. vücut diliyle kendisini dışa vurur. Eşitler ilişkini asla kabul etmez. El sıkmasından, hatır sormasına kadar her şeyinde bir lütuf yapıyor havası hakimdir. Kibrin kaynağında yatan gücün, siyasi, ekonomik, statü veya bilgi gibi çok değişik mecralardan kaynaklanıyor olmasının da bir önemi yoktur. İyilik kibri, kibir kendisinde “nankör” deme erkini doğurur.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulmasından bugüne kadar dayanışmayı önceleyen bir sosyal güvenlik sistemini var edememiştir. Yoksulluğa, yolsuzluğa karşı mücadele etmek için kitlelerden oy isteyerek iktidar olan Ak Parti dönemi ise hem iktidar hem muhalefetin dayanışma yerine iyiliği koyduğu, sosyal güvenliğin nitelik değiştirmeye doğru gittiği bir dönem olmuştur. Ak Parti, yoksulluğu bir olgu olarak saptamış, yoksullara değmesinin kendisine rıza ve oy olarak döneceğini görmüş, bu alanda parti üzerinden parti kadrolarının belirleyici olduğu bir politika izlemiştir. Sosyal güvelik kurumu faaliyet alanı içerisine alınarak, primsiz sistem üzerinden hak temelli yapılması gereken sosyal yardımlar, bu yardıma ulaşma hakkı olan insanlara partinin iyiliği üst başlığı içerisinde ulaştırılmıştır. Muhalefet ise, “makarnacılar, kömürcüler” söylemi üzerinden, devlet olanakları seferber ediliyor demenin ötesine geçememiştir. Sosyal demokrat olduğunu ileri süren ana muhalefet partisi, dayanışma eksenli sosyal politikalar geliştirip, kitlelere bu politikaların gerekliliğine, hak temelli olması gerektiğine, iyilik temelli yardımların insan onuruna aykırı sadaka kültürü yarattığını anlatamamıştır. Ak Parti’nin “Biz gidersek yardımlarınız kesilir” söyleminin yoksullarda korku yaratması, söylemin kendisi tam da yoksulluğun yönetilmesi yönteminin başarıyla uygulanmasıdır. Yoksullar, yoksulluk üzerinden yönetilir kılınmış, yoksulluğun yönetilmesinin kendisi oy almanın en önemli aracı haline getirilmiştir.
Yoksulluğun yönetilmesi, dayanışma yerine iyilik yapmayı koyduğu için ancak dayanışmayla var olan sosyal güvenlik dışındaki sosyal yapıları da dönüştürmekte, bu sosyal ilişkileri çözerek yozlaştırmaktadır. Yoksulluğun yönetilmesi hak kavramının içini boşalttığı için, hakka saygı, hakka razı ve hakkın korunması, kısaca hukuka saygı ve hukuk bilinci de erozyona uğramaktadır. Yoksulluğun yönetilmesinde hukuk salt gücün meşrulaştırmanın aracı haline gelmektedir.
Böylece birbirini besleyen ve kendini yeniden üreten bir kısır döngü yaratılmakta, toplum bu kısır döngünün verdiği çözümsüzlük duygusu içerisinde kutuplaşıp kendilerine benzeyenlere daha bir sokularak endişe içerisinde yaşamağa mahkum edilmektedir. Endişe otorite özlemini besleyerek, siyasal sistemin de biçimselleşen bir demokrasi karikatürüne dönmesine neden olmaktadır.
Yoksulluğun yönetilmesi uygulandığı sürece mikro aidiyet noktaları üzerinden ayrışma, yoksulluğun çürütücü etkisi ve sosyal ilişkilerin dağılması kaçınılmaz sonuçlar olacaktır. Bu nedenle yoksulluğu sosyal bir sorun olarak gören, sosyal risklere karşı çözümü hak temelli, kamusal kurumları yetkinleştirerek çözmek isteyen, sosyal güvenliğin öznesini, herkes haline getirecek, bütünsel bir sosyal politikanın tüm aktörleri ile birlikte var edilmesi gerekmektedir. Galiba sosyal demokratların sosyal politikayı unuttuğu yerde, sosyal politikayı savunmak da sosyalistlere düşecektir.
Dayanışmanın duyumsandığı bir bayram geçirmek dileğiyle…
21 Haziran 2023, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi