Menu

İçi boşalmış, sorunları büyümüş köyüm: ‘Dert bir olaydı ağlaması kolaydı’ diyor

12 April 2023 - Adaletin İş Yüzü

Köyümdeyim. Doğup büyüdüğüm, onlarca yaşıtımla çığlık çığlığa koşturup oynadığım, toprak damlı evleri, geceleri yıldızların ışıttığı sokakları, oluklarından gürül gürül suların aktığı çeşmeleri, amca, dede, nene, sıfatıyla çağırdığım insanları olan köyüm bambaşka bir köy olmuş.

Artık toprak damlı ev, evi bıraktık ahır dahi yok. Çatılar saç veya kiremit. Sokakları yıldızlar aydınlatmıyor. Hatta yıldızlar görünmüyor bile. Sokak lambalarının ışığı yıldızların ışıklarını silikleştiriyor.

Amca, dede, nene dediklerim çoktan bu dünyadan göçmüşler. Ağbi dediklerim ise terk etmişler. Büyük ağılın önüne geliyorum. İçim kabarıyor. Kulaklarımda koyun emiştirirken babamın bağırışı çınlıyor; “Çakal koyunun kuzusunu getir.” Tam bir curcuna. Kuzusunu meleyerek arayan koyunlar, her gördüğü koyunun memesini emmek için saldırarak anasını bulmaya çalışan kuzular, ağılın köşesinden elinde süt biberonu ile “ekti ekti” diye bağıran anam, anamın sesine koşturan kuzular, hiçbirisinden hiçbir iz yok. Bu mevsimde diz boyu mayıs olan büyük ağıl kupkuru. Bıraktım büyük ağılın önünde emişen koyunları, köyde bir tek me sesi dahi kalmamış. Ne koyun var ne koyunların peşinden kabadayı kabadayı giden kangal köpekleri. Sanki bir başka evrene ışınlanmış, hep birlikte yok olup gitmişler. Kendileriyle birlikte bir yaşam biçimini, bir kültürü, deneyim ve bilgi birikimini de götürmüşler.

Zaman arpa ekme zamanı. Kışın şehirde yazın köyde kalıp geçimini sürdürmeye çalışan birkaç aile var. İlk gençliğimden bir iz bulurum umuduyla arpa ekilen dağın dibindeki tarlaya gidiyorum. Gözlerimin önüne amcam geliyor. Sanki amcam önündeki önlüğün içindeki arpaları açtığı gevere yarım daire şeklinde yay çizerek serpiştirip ağbime “arpa getir” diye bağırıyor.

Mibzere arpa ve gübre dolduranlara kulak veriyorum. Kaç kilo atmaları gerektiğini tartışıyorlar. Dönüm başına 36 kilo arpa atılması gerektiğini savunan ağbim görüşünü kadim atasözü ile destekliyor:

“Sık eken ambar doldurur, seyrek eken sakal yoldurur.”

Sadece arpa ekmiyorlar, binlerce yıldır yapılanı yapıp, tarlaya attıkları her tohum tanesini yüreklerinin en derinliklerinden gelen umutla karıştırıyor, arpa ile birlikte tarlaya umutlarını bırakıyorlar.

Mibzerin arkasına geçiyorum, belki de yıllar yıllar önce içtiği sigaraya hayran hayran baktığımı fark eden ağbimin “Al lan al bakışın yalvarmandan beter” diye önüme attığı sigarayı yine de gizleyerek, mibzerin kapağını kaldırıp içindeki tohumun akışını düzenlenmiyormuş gibi yaparken kapağın arkasına saklanarak içmenin tadını yaşamak istiyorum.

Mibzeri çeken traktör, bizim yokuş aşağı çalıştırmadan sessizce kaçırıp, üzerine on kişi doluştuğumuz, vurdurarak çalıştırıp, büyük bir neşeyle düğüne gittiğimiz traktörlere benzemiyor. Kabini muhkem. Ses, rüzgar, toz girmiyor. Kabinin içinde klimadan müzik setine kadar her şey var. Ekranı uzay gemisi ekranı gibi. Her şeyi kullanıcının rahatça görmesini sağlayacak şekilde tasarlanmış.

İlk gençlik yıllarımla kıyasladığımda her şey değişmiş. Yapılan küçük büyük her işe teknoloji damgasını basmış. Ahırda otomatik yem karıştırma makinesi, çayırda ot biçme, balyalama makinesi.

Deste yapmak, elin iş tutacak yaşa geldiğinde eline verdikleri dirgenle ilk yaptığın işti. Artık deste yapmak kalkmış. Destelediğin otları yığardın, peşinden tırmık çekerdin bu işler de kalkmış. Yığdığın otları kapaklarını açıp angıç yaptığın arabaya vurur (yükler) harmana getirirdin, bu iş de yok. Harmana getirdiğin sapı, harısı, yoncayı patozdan geçirip, kes, saman yapardın, o işler de bitmiş. Patoztan geçirdiklerini çeten kurup yükler, samanlığa boşaltırdın, artık bu işi bıraktım samanlıklar tarih olmuş, samanlıklar yok. Balyalanmış samanlar duvar gibi örülüp üzeri çadırla kaplanarak saklanır olmuş. Deste yapmanın boyun ağrısı, patoz önünün kes tozu, samanlığı çiğneme hepsi teknoloji sayesinde ortadan kalkan unutulan işler olmuş.

Teknoloji işin yapılışını, hızını, kalitesini, zaman ve malzeme israfını, yoğun olarak yaşanan iş gücü bağımlılığını ortadan kaldırmış. Kişi başına verimlilik inanılmaz ölçüde artmış. Bu teknolojik donanımla, artan verimlilik ve iş gücünden yapılan tasarrufla köylünün iyi para kazanmasını bekliyorsun ama işler hiç de öyle görünmüyor. Bir dokun bin ah işit:

Koyunculuğun bitmesi iki nedene bağlanıyor. Koyun çobanı bulmak neredeyse olanaksız hale gelmiş. Çoban sorunu halletsen süt sağan bulamıyorsun, süt sağan bulsan süt sudan ucuz, sözcüğün gerçek anlamında süt sudan ucuz. Sütü kuzuya içirip kuzu satsan aldığın maliyeti karşılamıyor. Köylünün elindekini ucuza kapatıp, hatta parasını vermeyen, süründüren tüccar hikayelerinden geçilmiyor. Böylece aile işletmesi büyüklüğünde koyun yetiştiriciliği bitmiş durumda.

Köyde kalan sınırlı sayıdaki aile daha çok tarım ve büyük baş hayvancılığa yönelmiş. Ahırlar önemli ölçüde modernize edilmiş. Ancak büyük baş hayvan yetiştiriciliği de koyun yetiştiriciliği gibi hızla yok oluşa doğru gidiyor. Koyunculuğa göre tek avantajı şimdilik Afgan çobanlar. Onların sayesinde iş gücü açığını kapatıp idare etmeye çalışıyorlar. Artan döviz fiyatları bu olanağı da yok etmeye doğru götürüyor. Haklı olarak Afgan çoban aldığı parayı dolar üzerinden kıyaslıyor. Ücretini dolar üzerinden sabit tutmaya çalışıyor. Bu da köylü için çok ciddi bir maliyet demek. Üretici diyor ki: Üstelik doğru dürüst kesim yaptıramıyoruz, kasaplar bir ay vadeli kesiyor ve hiçbir güvence yok. Et balık bir ay 40 gün 50 gün sonrasına randevu veriyor para ödemeyi aynı şekilde 50 gün sonrasına uzatıyor. Et Balık’a kestirebilmek için Damızlık Birliğine, Et Birliğine üye olmalısın. Bunlar da senin kestirdiğin etten para alıyor. Üstelik üreticiye kattıkları hiçbir şey yok.

Tarım ise halen Allah’a kalmış durumda. Yağışlar iyi olacak, göcekleri baharda poyraz atmayacak, soğuk yakmayacak, deneye durduğunda duman çökmeyecek, biçmeye yakın dolu vurmayacak, devlet iyi bir taban fiyat verecek köylü para kazanacak. Hüseyin ağbi diyor ki, bu kadar bizim dışımızdaki şeyin birlikte gerçekleşme olasılığındansa zar atsak kazanma şansımız daha fazla olur.

Her şey yolunda gitse de artan maliyetleri karşılamak çok zor. Maliyetler sadece enflasyon kadar artmıyor. Hem enflasyonun çok üzerinde fiyat artışları var hem kullandığın malzemenin kalitesinden çalındığı için görünmeyen bir maliyet artışı yaşıyorlar. Saltuk, köyde kalan birkaç gençten birisi örnek veriyor: “Çok değil beş yıl önce bir pulluk ağzı aldığımızda bu pulluk ağzını iki sezon kullanabiliyorduk. Şimdi aynı marka pulluk ağzını getiriyoruz takıyoruz ama bir sezon bile dayanmıyor. Üstelik fiyatlar 5-6 misli artıyor. Fiyatı 5-6 misli artan kullanım süresi yarı yarıya düşen pulluk ağzı kullanmak zorunda kalıyoruz. Üreten firma aynı, marka aynı, ürün görünüşte aynı, fiyatlar katlanmış ama ya işin yapılış sürecini kısaltıyor ya kullandıkları çelik oranını düşürüyorlar ya daha az su veriyorlar. Maliyeti düşürmek için her ne yapıyorlarsa bedelini bize hem fiyat artışı hem kullanım süresini düşürerek ödetiyorlar. Pulluk ağzı en basit örneklerden birisi ve sadece iş pulluk ağzıyla kalmıyor. Bir başka örnek ot biçme makinesi. Bu makineye bıçak alıyorduk o bıçaklar ucuzdu üstelik ne kadar küçülse de kullanabiliyorduk. Şimdikileri de çelikten yapmıyorlar ufak bir taşa değdiği zaman bükülüyor. Kullandığımız gres yağı, makineye basıyorsun yağ iki saat sonra su olup akmaya başlıyor. Lastik alsan böyle, römork alsan böyle. Conta alıyorsun orijinali on beş yıl giden contayı değiştirdiğinde yenisi 45 günde kaçırmaya başlıyor.”

Tarım araçlarına verilen destek ise tam bir şark kurnazlığı örneği. Devlet yüzde 50 ekipman desteği veriyor. Belgesi olan firmalar anında destekli ürünün fiyatını iki katına çıkartıyor, destek belgesi olan yandaş sanayiciye gidiyor. Köylü neredeyse kamyon fiyatına römork almak zorunda kalıyor.

Üstüne üstlük çiftçi en ufak bir tarım aleti alsa dahi yüzde 8-18 oranında değişen özel tüketim vergisi ödüyor. “Hiç kimse tarla işlemek için özel tüketim yapmaz. Bu vergi oranının mantığını anlamıyoruz” diyor genç çitçimiz. Verdiği bir başka örnek ise yok artık dedirtecek cinsten: “Gübre fiyatları el yakmakla kalmıyor, bir de gübre diye toprak satıyorlar. Gübrenin çok azı suya karışıyor geriye kum kalıyor. İl Tarım Müdürlüğü denetleme yaparken gübrede yüzde 26 nitrat olması gerekirken yüzde 6’sının nitrat olduğunu saptıyor, ancak bu firma güçlü siyasi destekleri sayesinde satışa devam edebiliyor. Savunmaları pişkince, yanlışlıkla torbalara yüzde 6 yerine yüzde 26 yazmışız diyorlar. Türkiye’de yüzde 6 nitrat üretimi yok. Yani gübre atıyoruz ama ne attığımızı bilemiyoruz, garantisi yok. Devlet bandrol koyuyor ama tahlil ne zaman yapıldı hangi numuneden yapıldı belli değil.”

Sayfalarca yazsak dertleri saymayı bitiremeyiz ama sonuç vahim. Kamusal bir tarım politikasının olmaması meydanı her geçen gün büyük kapitalist tarım işletmelerine bırakıyor. Bu işletmeler hızla binlerce dönüm arazi topluyorlar. Topladıkları bu arazilerde, toprağı kanser yapma pahasına kimyasalları basarak üretiyorlar. Ürettiklerini bize organik diye kazıklıyor, topraksız kalmış köylü ise göç etmek ya da ücretli tarım işçisi olarak üç kuruşa talim etmek zorunda kalıyor. Artık “Orda bir köy var uzakta/ gitmesek de görmesek de/ o köy bizim köyümüzdür” diyemediğimiz günlerin şafağına geldik. Korkarım benim torunlarım “Orda bir köy var uzakta gidemesek de göremesek de o şirkete ait köy bizim dedemizin köyüydü” demek zorunda kalacaklar.

 

12 Nisan 2023, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi

Sosyal Medya'da Paylaş!
Share on FacebookShare on Google+Tweet about this on TwitterEmail this to someone

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>