Bu topraklarda yaşayan insanlar çok acı görmüştür. Üstelik acılarını daha da acıtan, acı üstüne acılar bindiren vicdansızlıklarla, fırsatçılıklarla karşılaşmıştır. Yine de bu topraklarda yaşayan insanlar birbirlerinin yarasını insanın gözlerini yaşartan dayanışma örnekleriyle sarmayı da başarmıştır.
Acıların yarattığı duygu seli ağıtlarla dile gelmiştir. Bu duyguyu en iyi bilen, acıların sağaltılmasında dilin önemini kavrayan, halkın acılarına tercüman olmuş büyük halk ozanı Muharrem Ertaş, bu ağıtların dile geldiği “bozlak”ları tek bir cümleyle, bozlak “Gök kubbeye atılan bir çığlıktır” diye tanımlamıştır.
Gök kubbeye atılan çığlıklar hiçbir zaman boşa gitmemiştir. Dayanışma olarak dönmüş, dayanışmayla ayakta kalınmıştır. Bu dayanışmanın adı komşuluk, dayanışmanın adı kirvelik, dayanışmanın adı ahretlik, dayanışmanın adı musahiplik (yol kardeşliği), dayanışmanın adı şawaalık, dayanışmanın adı kan kardeşlik olmuştur. Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın bu topraklarda her zaman insanları birbirine bağlayan, aralarında kan bağı olmadan kardeşlik hukuku yaratan dayanışma ilişkileri, kurumsallaşmış yapılar hep olmuştur. Amaç hiç kimseyi muhannete muhtaç etmemektir.
Kabul etmeliyiz ki yüzlerce yıl içerisinde oluşan bu dayanışma kurumları günümüzün kentleşen toplumunda folklorik düzeyde yaşamakta, önemini ve etkisini geçmişe oranla yitirmektedir. Bu etkisizleşme doğal bir süreçtir. Toplumun yapısı değiştikçe, bu değişimin dayanışma kuramlarına yansıması da doğal olandır.
Ancak, felakete uğrama riski, felaket oluştuğunda korunma gereksinimi, hiçbir risk olmasa dahi güvencede olma istemi halen herkes için geçerliliğini koruyan bir gereksinimdir. Bu nedenle güvencede olma gereksinimi zaman ve mekandan bağımsız her zaman her yerde var olan evrensel bir insani gerekliliktir. Günümüz toplumunda güvence gereksinimlerine yanıt vermek için oluşmuş yapılara kısaca “sosyal güvenlik sistemleri” denilmektedir.
Sosyal güvenlik sistemi, sosyal risklere karşı herkesin korunma gereksinimine yanıt verme amacını taşımaktadır. Güvence gereksinimini somut hale getirmek için sosyal güvenlik politikaları belirlenmiştir. Bu politikaları yaşama geçirecek kurumsal yapı ve özgün hukuk kuralları oluşturulmuştur.
Daha da somutlamak gerekirse, Anayasamız herkes için geçerli güvence gereksinimine “sosyal güvenlik” demiştir. Anayasa’nın “Sosyal güvenlik hakkı” başlıklı 60. maddesine göre “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.”
Anayasa’nın devlete görev olarak yüklediği sosyal güvenlik hakkını gerçekleştirmek için gerekli kuramsal yapı Sosyal Güvenlik Kurumu, amaca götürecek özgün hukuk kuralları içeren yasa ise 5510 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu” ismiyle yürürlüktedir.
Türkiye’nin deprem ülkesi olduğu, depremin herkes için yaşam hakkı başta olmak üzere tüm hakları için en büyük tehditlerden birisi olduğu gerçeği tartışılmayacak kadar net bir olgudur.
Böyle bir ülkede yaşıyorsak…
1. Sosyal güvenlik sistemimiz içerisinde deprem, sosyal bir risk olarak sosyal güvenlik kapsamına alınmalı, hızla bu konuda yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
2. Depreme karşı korumanın kapsamına herkes alınmalı, primli sistem olan sosyal güvenlik sistemimiz, primsiz sistemle desteklenmeli, deprem primsiz sistem içerisinde genel bütçeden aktarılan kaynaklarla finanse edilen bir sigorta kolu olarak düzenlenmelidir.
3. Deprem felaketi gerçekleştiğinde sosyal güvenlik sistemi, herhangi bir başvuru olmaksızın hemen devreye girmeli, sigortalı veya sigortalının ölümü halinde hak sahiplerine prim ödemesi, sigorta günü ve sigortalılık süresi koşulu aranmaksızın devreye girmelidir.
4. Yıkılmaması gereken binalar yıkıldığı için, can kaybı yaşayanlara, sakat kalanlara, maddi manevi eziyet çekenlere uğradıkları zarar sosyal güvenlik kurumu tarafından ödenmeli, kurum bu zarara yol açanlara yapmış olduğu ödemleri rücu edebilmelidir.
5. Bu kapsamda hızla ve geciktirilmeksizin, depremde yaşamını yitiren sigortalının hak sahiplerine 5510 sayılı Yasa’nın 38. maddesinde aranan 1800 gün prim ödeme veya 5 yıllık sigortalılık süresi 900 gün prim ödeme koşulları aranmaksızın ölüm sigortasından aylık bağlanmalıdır.
6. Depreme bağlı olarak ölüm sigortasını düzenleyen (5510/32) değişiklik yapılmak istenmiyorsa, depremde yaşamını yitiren sigortalılara aynı yasanın 20. maddesi uygulanarak iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle yaşamını yitirmiş gibi gelir bağlanmalıdır.
7. Depremde sakatlanan sigortalılara, 5510 sayılı Yasa’nın 16 ve 19. maddeleri kapsamında sürekli iş göremezlik geliri bağlanmalıdır.
8. 5510 sayılı Yasa’nın 28. maddesinde düzenleme yapılarak, deprem nedeniyle çalışma gücündeki kayıp oranı yüzde 40 ila yüzde 59 arasında olan sigortalılara prim gün sayısı ve sigortalılık süresi aranmaksızın yaşlılık sigortası kapsamında emeklilik hakkı tanınmalıdır.
9. 5510 sayılı Yasa’nın 25. maddesi değiştirilerek, deprem nedeniyle meslekte kazanma gücünün en az yüzde 60’ını kaybeden sigortalılar malul sayılmalıdır.
10. 5510 sayılı Yasa’nın 26. maddesi değiştirilerek, deprem nedeniyle malul sayılan sigortalılar için 10 yıl sigortalılık süresi 1800 gün prim gün sayısı koşulu aranmaksızın malullük sigortasından aylık bağlanmalıdır.
11. Deprem felaketi yaşayanların bir de mahkeme kapılarında sürünmesine engel olunması, kamu desteği dışında yardıma muhtaç olmadan yaralarını sararak yaşamlarını sürdürme şansını yakalayabilmeleri için hak eksenli korunma, kamusal bir faaliyet olarak sosyal güvenlik kurumu tarafından sağlanmalıdır.
Evet dayanışma yaşatır, hak temelli dayanışma sadece yaşatmaz, herkesin onurunun korunmasının, başka birine muhtaç olmamasının da güvencesidir. Günümüz toplumunda sosyal güvenlik kurumu herkesin komşusu, kan kardeşi, kirvesi, ahretliği, musahibi, şawaası olmak zorundadır.
22 Şubat 2023, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi