Yaşadığımız felaketi anlatmaya sözcüklerin yetmediği günleri yaşıyoruz. Bugün Türkiye’de neredeyse yaşayan herkes “Ben iyiyim ama” diye başlayan cümleler kuruyor. Ciğeri yanmayan kimse yok.
Bu zor günde ölüm karşısında insan olarak geliştirdiğimiz hiçbir ölçüt deprem gerçeği karşında geçerli değil. Deprem ayrım yapmıyor. Adalet aramıyor. Kendi doğasını yaşıyor. Ortaya çıkan sonuçlarla ilgilenmiyor. Deprem depremliğini yaşıyor, yaşatıyor. Kimisi ana babasını, kimisi kardeşlerini, kimisi eşini dostunu yitirmenin acısıyla yüzleşmek zorunda. Gencecik gidenler, gün görmemiş yaşlılar var. Deprem sıralı ölümlerin sırasını altüst ediyor. Evlatların ana babalarını toprağa vermesi doğalken binlerce ana baba evlat acısı yaşıyor, evladını kaybetmenin kor ateşi yürekleri yakıyor.
Herkes bu büyük acı karşısında kendince teselli arıyor, teselli etmeye, yaşama tutunmaya, yaşama tutunamayacağını düşündüklerine destek olmaya çalışıyor. Her felakette olduğu gibi bu büyük felakette de insan denen canlının her yüzü kendisini gösteriyor. Panik, korku, fırsatçılık, bencillik, boşboğazlık, cesaret ve dayanışmayla, cesurca atılan adımlarla birlikte var olmaya devam ediyor.
İnsanı insan yapan güzel yönlerimiz içimizi bir nebze olsun ferahlatırken, insanı insan olmaktan utandıran olaylar kızgınlığımızı, öfkemizi biliyor. İnsanız, başımıza geleni açıklamadan rahat edemiyoruz. Üstelik tüm bu acıları defalarca yaşadık. Felaketin adı, Erzurum Horasan’dı, Felaketin adı Erzincan’dı, Felaketin Adı Muş Varto’ydu, Felaketin adı Bingöl’dü, Felaketin adı Elâzığ, Van, Lice, Gediz, Dinar, İzmir, Kocaeli, Gölcük, Adapazarı, Düzce, Ağrı, Denizli oldu, bugün Maraş, Malatya, Hatay.
Sorumluların adı aç gözlü müteahhit, denetim yapmayan sorumsuz kamu yöneticileri oldu. Kimi “İnsanlar azdı bu bize ceza” dedi, kimisi “Deprem öldürmez binalar öldürür” diye haykırdı. Nasıl açıklanırsa açıklansın, deprem basit yalın net bir gerçeği her defasında başımıza vurdu vurmaya da devam etti, ediyor.
Deprem ben yaşadığınız dünyanın bir parçasıyım diyor. Hep vardım, bundan sonra da var olmaya devam edeceğim diyor. Bugün burada, yarın dünyanın bir başka bölgesinde kendimi göstereceğim. Ben kendimi gösterdiğimde ortaya çıkan sonuçlar üzerinden beni yargılamayın. Evet Japonya’da ortaya çıkıyorum, aldığım can üç beş kişiyi geçmezken, siz ve sizin gibi ülkelerde ortaya çıktığımda adım felaket oluyor. Binlerce insanı yaşamdan kopartıyorum. Çünkü siz, sermaye birikimini tamamlayamamış, hukuk sistemini oturtamamış, yaşadığı coğrafyanın sınırlılıklarını kavrayamamış, bu coğrafyanın gerçekleriyle barışmayı, akılla, ilimle başarmamış ülkelerde yaşıyorsunuz diyor.
Deprem öldürmüyor, bina öldürmüyor, kâr hırsıyla başı dönmüş, yaşadığı her karışı ranta çevirmeye çalışan müteahhidin kâr hırsı öldürüyor. Hukuku sermaye birikiminin önünde engel olarak gören, az gelişmişliğin cenderesi içerisinde her şeyi sermaye birikimini rahatlatmaya özgüleyen, denetim yapmaktan, etkili yaptırımlar uygulamaktan, süreçleri kurallara uygun yürütmekten aciz hukuk sistemi, bu sistemi her gün yeniden üreten, hukuksuzluktan beslenen siyasileri öldürüyor. Deprem öldürmüyor, doğru kuralı koyup, sonra “amalarla, “fakatlarla” kuralı işlemez hale getiren az gelişmiş hukuk sistemi öldürüyor.
İbni Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözünü sık yenilerken, aynı sözü söyleyen insanın coğrafyanın kötü kader olmaktan çıkması için ortaya koyduğu hukuku görmeyenler ise öznesi olmayan sorumlular yaratmaya devam ediyor.
Sermaye birikimini tamamlayamamış, hukuk sistemini oturtamamış, uluslararası sisteme en zayıf yerden eklenmiş, insanı değersizleştirerek var olmayı bir varoluş şekline dönüştürmüş, az gelişmiş kapitalist ekonomik modelin içerisinde yaşamak zorunda kalan insanlarız. Acılarımızı azaltacak, yaşanan felaketin büyümesini engelleyecek en önemli aracımız dayanışmamız olacak. Dayanışarak bu felaketi yenecek, acılarımızı saracağız. Dayanışma gücünü ise, binlerce yılın yaşanmışlıklarından geleni dile döken, acıyı katlanılır kılmamızı sağlayacak yerlerden alacağız. Yaşadığım bir büyük acıyla yanarken ellerimi tutup gözümün içerisine bakarak “Başın sağ olsun demeyeceğim, sabrın sevgin kadar olsun oğlum” diyen Rasime teyzenin bana iyi gelen buz sözünü tekrarlamak istiyorum:
“Sabrınız sevginiz kadar olsun.”
Evet sabrımız sevgimiz kadar olsun ki dayanacak güç bulalım. Evet sabrımız sevgimiz kadar olsun ki yarından umudumuzu kesmeyelim. Evet sabrımız sevgimiz kadar olsun ki dayanışalım. Elimizi, yüreğimizi ortaya koyarak, paylaşarak, umut olarak umudumuzu yaşatalım.
Sabrınız sevginiz kadar olsun Türkiye.
08 Şubat 2021, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi