Meselelerimiz olağanüstü…
Meclisten geçmeye başlayan İç Güvenlik Paketi, yerinden taşınan Süleyman Şah Türbesi, ülke toprak kaybetti kaybetmedi tartışması, yaklaşan seçimler vesaire vesaire vesaire…
Artık olağan olan ise genç, yeni baba olmuş, iş kazasında parmaklarını kaybetmiş biri olmak.
Olağan olan, çalışma hayatının sefaleti…
İş kazası geçiren bir işçiden mektup aldım, olağanüstü memleket meseleleri bu işçinin derdine çare olmayı kapsamıyorsa mesele nedir ki!
O mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Merhaba,
Öncelikle şunu söylemek isterim ki benim yaşadıklarımı Allah kimseye yaşatmasın. En iyi yaşananı yaşayan bilir deriz. Ne kadar yazsam da içimdekileri tam olarak anlatamam.
İşe yeni başladığım zamanlardı ve bakmakla yükümlü olduğum bir eşim ve 4 aylık bir kızım vardı. Sorumluluklarımı yerine getirmek ve elimden geldiğince ailem için en iyisini düşünüp yapmaya çalışan genç bir babaydım.
İşe başladığımda ne deseler yapar, önümüze be koysalar imzalar yeter ki çalışmaya devam edelim diye kabul eder, sorumluluklarımı düşünürdüm.
Evrak üzerinde pres operatör yardımcısı diye gözükürken bizleri çok kısa zamanda pres makinelerine verip çalıştırmaya başladılar.
O gün beni ayak pedalıyla çalışmamı söyleyip presin başına koydular. Ben çalışırken düşen parçayı alma için elimi uzattığımda o talihsiz ve bütün bir ömrümü etkileyecek, yaşadığım sürece izi hep kalacak o olayı yaşadım.
Ben elimi uzattığım o an belki bir hata yaptım ama makinenin güvenlik sensörleri çalışıyor olsaydı bu olay olmazdı. Nitekim ben daha yeniydim ve tecrübem de daha öncesinden yoktu. Devlet hastanesinden de parmaklarımı komple keseceklerini söylediklerinde ben kabul etmedim ve başka hastaneye gitmek istedim . Bunu isteyen onlar olması gerekirken ben parçalanmış elimle saatler geçmesine rağmen o acılar içindeyken bunu düşünüp istedim.
Özel bir hastanede doktor ameliyatımı yaptı ve kaybımı en aza indirdi ki bu bile şükretmeme yeterli. Tedavi sürecim devam ederken doktor bana dikişlerim alınır alınmaz iş başı yapmamı istedi ve beni bu konuda zorlamalara kadar geldi. Ben daha parmaklarımı kullanamıyordum bile…
Birkaç ay içinde henüz parmaklarımı bile yeterince hareket ettiremezken bana fabrikada iş vereceklerini, beni her türlü koruyup kollayacaklarını söyleyen insanlar ben bunları yazdığım ana kadar bir kere bile aramadılar, bir kere bile gelmediler ve hiçbir destekte bulunmadılar.
Sokağa atılmış bir değersiz eşya, bir hayvan gibi bıraktılar.
… Bir seneden fazla bir süre ben çalışamadım. Kiralarım birikti. Babam rahmetli olduğundan bir annem bir de genç kardeşim ellerinden geleni yaptılar ama bu kışın ortasında borcundan dolayı kesilen elektriğime, doğalgazıma yetmemişti bile… Ev sahibim biriken kiraları isteyip ya vermemi ya da evden çıkmamı istedi. Her şey üstü üste geliyordu. Toparlamaya çalışırken gittikçe daha da dibe vuruyordum.
Günlük işlerde çalıştım ki kimse bana düzgün bir iş vermiyordu ellerim yüzünden.
Elimi her gören kişinin elime bakışları beni olumsuz olarak çok etkiliyordu ve halen daha öyle. Artık insanlardan elimi gizlemeye başladım. Bu beni rahatsız ediyor ama bunu yaparak geçici çözüm bulduğuma inanıyorum. Kızım bana baba eline ne oldu neden parmakların kısa böyle herkesin babasının eli böyle mi diye sorması ve kızımın birilerine benim babamın parmakları kesilmiş, senin babanın da öyle mi diye sorduğu o çocuklar ya da insanlardan hayır cevabını aldığında o yüz ifadesi ve duruşu yaşadıklarımın daha da üstünde bir acı veriyordu bana ki bu halen yaşadığım bir durum.
… Ben adaletten çok inanın size inanıp güvenmek istiyorum öyle de yapacağım. Ben çevresi geniş maddi durumu çok iyi konumu çok iyi biri değilim. Bu dünyanın adaletinin nasıl işlediğini benim kadar sizler de biliyorsunuzdur ve hatta fazlasını da bildiğinize eminim. …
… Onlara beddua etmedim ama maddi ve manevi cezaları neyse benim yaşadıklarım ve kaybettiklerimden fazla olmasını isterim ki bende nasıl bir iz kaldıysa onlarda da kalsın istiyorum. Kötü biri asla değilim ve olmadım da ve inanıyorum ki olmayacağım da… Allah’ım hepimizin hakkında hayırlısını verir inşallah.”
2011 yılında yaşanan bu iş kazasının üstünden dört yıl geçmesine karşın bu işçinin hâlâ haklarını alamamış olması ülkemizde anarşinin geldiği boyutları göstermektedir.
Anarşi sadece günde ölen kişi sayısıyla belirlenmez. Hukukun hakları koruyamadığı yerde kurumlar anarşisi doğar.
Hukuk sistemi sağlıklı işleseydi bu işçi canıyla uğraşırken bir de haklarını alma derdine düşmezdi. Hukuk onu sahiplenir, süreçler kendiliğinden işler, işçinin hem maluliyetle uğradığı gelir kaybı giderilir hem de tazminatı ödenirdi.
Kurumlar anarşisine teslim olmamış, sağlıklı işleyen bir hukuk sisteminde iş kazası geçiren işçi kendini “bir eşya gibi” değersiz hissetmez, hissetmemeli.
Ülkenin halka karşı devleti korumaya değil, halkı canından bezdiren kurumlar anarşisini sona erdirecek, halkı koruyacak paketlere gereksinimi var.
EVRENSEL GAZETESİ 28 Şubat 2015