Menu

Ana-baba olmak zor zanaat

5 May 2021 - Adaletin İş Yüzü, Güncel

Kişisel deneyimleri genellemek ve üzerine yazı yazmak tehlikelidir. Hele insanlara ders veriyor diye anlaşılmaya açık bir yazıysa daha da tehlikelidir. Ne var ki yazma isteği de öyle bir illettir ki bir kez kafaya girmişse paylaşılmadan ondan kurtulmak kolay değildir. Lütfen konunun uzmanları beni bağışlasın ve sadece bir ebeveynin doğru ya da yanlış çıkarımları diye okusunlar.

Önce kendi kendime bu devirde ana-baba olmak çok zor dedim. Sonra kendi ana-babamla yaşadıklarım geldi aklıma, cümleyi düzelttim; her devirde ana-baba olmak çok zor.

Çocuklarım küçükken yetişkin çocukları olan dostlara “Siz kurtardınız” derdik, onlar da “Bugünler iyi günleriniz asıl mesele büyüyünce başlıyor” derlerdi.

Gülüşüyle attığı adımla, kurduğu kırık dökük bir cümleyle, size neşenin, sevincin en büyük coşkusunu yaşatan, düşüp dizi çizildiğinde, bir damla gözyaşı döktüğünde, ateşi çıkıp yattığında yüreğinizi eriten, soluğunuzu kesen çocuklarınız büyüyor.

Ben çocuklarımın bağımsız kişiliği olsun isterim. Ben çocuklarımın kendi ayakları üzerinde durmasını isterim. Canı sağ olsun, sağlıklı olsun, ne isterse yaparsa yapsın derim. Ben çocuklarıma müdahale etmem. Ben çocuklarımı başkasıyla mukayese etmem. Onların başarılarını da başarısızlıklarını da sonuçlar üzerinden değil süreçler üzerinden izlerim. Asla çocukları yargılamam, onları ezip, değersiz hissetmelerini istemem deriz, gerçekten de söylediklerimizi yaptığımızı sanırız.

Bizim kendi çocukluğumuzda, gençliğimizde elde edemediğimiz için önemsediğimiz ve binbir emek vererek onlara sunduğumuz her olanak, onlara aldığımız her hediye, bir dediklerini iki etmememiz, hayır demeyi lügatimizden silmememiz mi sevmek; yaşamımıza ortak etmek, olanakları, olanaksızlıkları, üretimi tüketimi iyiyi, kötüyü, yaşamın içinde var olan her şeyi onlarla paylaşarak birlikte yürümek mi sevgi göstermek?

Ya kaygılarımız, ya kaygılarımız üzerinden çektiğimiz sınırlar, ya kendi gençliğimizle yaptığımız kıyaslamalar, ya beklentilerimiz, ya yapamadıklarımız üzerinden onların sırtına yüklediğimiz görevlerimiz, ya verdik sanıp veremediğimiz gösteremediğimiz sevgimiz, saygımız, ya iletişim adına yaptığımız savrulmalar, ben çocuklarımla arkadaşım övünmeleri, ya hafiye gibi özel yaşamlarına mahremiyetlerine diktiğimiz gözler, meraklarımız!

Peki kaygılarımızda haksız mıyız? Bilgisayar aldık ama bilgisayar bağımlısı olursa, internet gerekli ama internete kaptırıp kendini, kaybolursa, üniversiteye gitsin ama ya yoldan çıkar madde bağımlısı olur, radikal politik gruplara katılır, biz doktor, mühendis, avukat olsun derken alır başını bilmediğimiz dünyalara giderse! Bu endişeler, kaygılar haklı olsa da bizi gerse de sineye çekip, kaygılarla yaşamayı öğrenerek, kaygıların sınırlama olarak dönmesine izin verememek mi doğru bir tavır, kaygılar üzerinden koruma duvarı örmek mi?

Soruyu belki de ana-baba olmak mı zor, yoksa,  bizim canımızdan olup bizden bağımsız, bizim değerlerimizle uyuşmayan, bizim gibi giyinmeyen, bizim gibi eğlenmeyen, bizim gibi çalışmayan, bizim gibi düşünmeyen, bizim saygı duyduklarımıza gerekirse dudak büken, bizim çok önemsediklerimize bıyık altında gülen, bizim gibi sevdalanmayan, bizim gibi kavga etmeyen, yürüyüşünden konuşmasına, konuştuğu dilden okuduklarına, esprilerden öfkesini yansıtma biçimine kadar bizden farklı olanı kabullenmek mi zor diye sormak daha doğru galiba.

Anne-babamın dünya görüşünü hiç paylaşmadım. Onların yaşadığı yerde yaşamadım. Onların sosyal çevresinde yer almadım. Onlara çok ters gelen bir yaşam biçimim oldu. Babam ilahi dinlerken ben devrimci şarkılarla coştum. Baktı babam “Ne mutlu sana, ne kadar delisin” dedi, güldü geçti.

12 Eylül 1980 öncesi, abarttığımız gücümüzle bugün yarın devrim yapacağız diye havalarda gezerken, “Bu memleketi üç beş talebeye bırakmazlar, askeriye gelir dişinizi söker” diye uyarmakla yetindi veya yetinmek zorunda kaldı.

Sadece anam dedi ki, “Her şeyinden razıyım, merhametin, gözü karalığın, cömertliğin her şeyin, ama yavrum ben sana helal süt emzirdim, nasıl solcu oldun?” Bir defa, çok çok zora düştüğünde babam isyan etti, “Devlet görevlileri benim kapıma misafir gelirdi; siz yetiştiniz, tüfek çatmaya gelir oldular” dedi.

Biliyorum her ikisi de yakın çevrelerinden açıktan olmasa da imalarla, laf çakmalarla siyasal tercihimiz yüzünden kınanmışlardır. Çok ağır suçlamalarla karşılaştıklarına bizzat tanık olduğum da olmuştur. Üstelik çok yakınlarından gelmiştir bu serzenişler. Eminim kendilerinin hoşuna gitmemiştir siyasal tercihlerimiz.

Her ana-baba gibi bizlerle övünmek istediklerinde ortak paydayı “Kul hakkı yemediler” diye kurdular.

Zor olanı kabul ettiler. Bir tek bu iki küçük sitemin dışında yaşattıklarımıza sabır göstermenin dışında asla bizi yargılamadılar. Bir gün neden böyle bir yol seçtin demediler. Akıllarının yatmadığı, endişeden uykularının kaçtığı durumlarımıza dahi sabrettiler. Her bir çocuğunun başının bir biçimde dertte olduğu çok sıkışık zamanlarında “Allah yokluklarını vermesin, evlat değil kabir azabı” dediklerini sonradan duydum. Ama hiçbirimize olup biten için asla hesap sormadılar. Yaralandık, örselendik güçleri yettiğince yaralarımızı sarmaya çalıştılar.

Demem o ki çocukların tercihlerini kabullenip, kendi deneyimleriyle yaşamak istemelerine saygı göstererek, onları yargılamadan, kaygılarını yansıtmadan elinde sargı beziyle beklemek, gerçekten çok zor. Bu konuda 40-50 yıl önce ana-babamızın bize gösterdiği olgunluğu biz kendi çocuklarımıza gösterebiliyor muyuz acaba?

Benim üç çocuğum var. Bir arkadaşımın bir, diğerinin üç, öbürünün iki… Çocuklarımız beraber büyüdüler. Ne bizim anamıza-babamıza yaşattığımız uçlardalar ne kul hakkı yiyorlar… Gelin görün ki ya biz yaşlanmayı kabul etmiyoruz ya da onların her birinin bizden ayrı bir dünya olduğunu kabullenmekte zorlanıyoruz.

Bu nedenle de devir değişiyor, gerekçeler değişiyor ama bir anne-babanın “endişe” duymaması, “Allah yokluklarını göstermesin, evlat değil kabir azabı” sözünü yaşamaması mümkün olmuyor galiba!

5 Mayıs 2021, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi

Sosyal Medya'da Paylaş!
Share on FacebookShare on Google+Tweet about this on TwitterEmail this to someone

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>