Yıl 1995. Takip ettiğim davalar için Dalaman’a gidiyordum. Akşam olmak üzereydi. Dinar’dan geçiyorduk. Birden ortalık karıştı. Büyük bir gürültü ve toz bulutunun içinde kaldık. Deprem olmuştu.
Her depremde olduğu gibi yıkılmaması gereken binalar yıkılmış, 90 kişi yaşamını yitirmişti. Yıkılan binaların ilk sırasında kamu binaları vardı.
1994 yılı ülkenin ekonomik krizde olduğu yıllardandı. Kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesinden doğan alacakları ödenmemiş, binlerce dava açmıştım. Açılan davaları kaybettik. Dava süreci de Dinar depremi sonrası gibiydi. Dava sürecini “Kendini Arayanlar Ülkesinde İşçiler ve Bir Hukuk Devleti Masalı” isimli kitapta anlattım. Kendimce hayali bir ülke anlattığımı sandığım kitabın bir bölümünde Dinar’da yaşadığım depremden de esinlenerek depremle ilgili iki satır yazı yazdım:
“Zaten bu ülkenin önlem almamak, bize bir şey olmaz düşüncesine iman etmek, olunca da, hamaset nutuklarıyla kampanyalar açıp, vatanseverlik yarışına girmek değişmez huyuymuş. Bina yapılırken, çimento demir çalınır; deprem diye doğal bir afet bu ülkeye hiç uğramayacakmış gibi rahat hareket edilir; deprem olup, hiç yıkılmaması gereken binalar yıkıldığında insanlar öldüğünde ise tıpkı orman yangınında olduğu gibi vatanseverlik yarışları başlatılırmış.
Bu vatanseverlik yarışlarında öylesine toz duman kaldıralım ki bu toz duman içerisinde kimsenin aklına yahu bu devletin hükümetin görevi bu tür olaylara karşı önceden önlem almak değil mi, sorumluları araştırmak değil mi gibi lüzumsuz soruları sormak gelmez; delicesine herkes birbirleriyle vatanseverliklerini yarıştırır, hükümet de, halkının bu vatanseverliğinden mağrur, güvenli, bu kampanyayı zevkle kamçılamakla yetinirmiş.”
İşçiler ve Bir Hukuk Devleti Masalı, 1996 yılında basıldı. Kitabın basımının üzerinden üç yıl geçti, 1999’da Kocaeli depremi oldu. Dinar depremi gibi yıkılmaması gereken binalar yıkıldı, resmi rakamlara göre 17 bin 480 insan can verdi.
Deprem sonrası bina yapılmaması gereken yerlere bina yapan, bina yaparken eksik malzeme kullanan, bu yerleri imara açan, kısaca depremin can alması için kâr hırsı nedeniyle yapılmaması gereken her şeyi yapanlar bugün olduğu gibi suçlandı.
Bugün deprem sonrası komisyonlara, çalışmalara alınmayan TMMOB, “Türkiye’de Deprem Gerçeği ve TMMOB Makina Mühendisleri Odasının Önerileri Oda Raporu” yayımladı. Rapora göre:
Öncelikle sorumluluk silsilesi belirlenemedi.
Kamu görevlileri yani ilgili bakanı, valisi, kaymakamı, belediye başkanı vd… yargılama usulleri açısından izne tabi ve koruma altında oldukları için hiçbir zaman bunların yargılanmasına izin verilmedi.
Rapordan bilgileri aynen verelim:
“Marmara Depreminden sonra inşaat hatalarından dolayı çöken binalarda oluşan ölüm ve yaralanmalara sebebiyet vermekten dolayı binaların müteahhitlerine yaklaşık 2100 dava açıldı.
Bu davalardan 1800’ü Şartlı Salıverme Yasası ve hukuki boşluklardan dolayı cezasız kalmıştır.
Geriye kalan 300 davanın 110 kadarına ceza verilse de çoğu ertelenmiştir.
Diğer davalar ise 16 Şubat 2007 günü 7,5 yıllık zaman aşımı sürelerini doldurmuş ve düşmüştür.”
Bu davaları sayı olmaktan çıkarırsak, sadece 1999 Marmara depreminde yaşanan, hepimizde derin izler bırakan o acılı anılar çıkacaktır ortaya:
- Düzce Ersoy Apartmanı: 36 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı.
- Düzce Ömür Hastanesi: 11 kişi öldü, dava zaman aşımına uğradı.
- Yalova Ceylankent Sitesi: 98 kişi öldü, 2 sanığa verilen hapis cezaları ertelendi.
- Kocaeli Ubay Apartmanı: 58 kişi öldü, müteahhit hakkında verilen ceza ertelendi.
- Yüksel Sitesi: 316 kişi öldü, 5 sanığa verilen çeşitli cezalar ertelendi.
- Can Göçer ve Zafer Çoşkun: Veli Göçer’in oğlu ile ortağı yakalanamadığı için haklarındaki dava zaman aşımına girdi.
- Sakarya: 695 davadan sadece 5 kişiye ceza çıktı, diğer davalar zaman aşımına uğradı.
- Kocaeli: 600 dava açıldı, 12 kişi 10’ar ay hapis cezası aldı. 6’sının cezası infaz edildi, 6’sı için süre istendi.
- Yalova: 173 dava açıldı, hemen hemen tamamı sonuçlandı. Ceza aldığı bilinen tek isim olan Veli Göçer 18 yıl 9 ay hapse mahkum edildi.
- Düzce: Yaklaşık 220 dava açıldığı sanılıyor. Yargılamalar sonucu hiç kimse cezaevine girmedi.
30 Ekim’de meydana gelen İzmir depremi sonrası ortalık toz duman içindeyken, bugüne kadar gördüğüm, depremi en doğru anlatan sözleri Prof. Dr. Ö. Ahmet Ercan Hoca dile getirdi:
“Bir ülkede yoksulluğu yenmedikçe depremlerin adı ölüm olur. İnsanlar istedikleri için kötü ev yapmıyorlar. Çünkü yer inceleme çalışmalarına, inşaat mimari projelerine para ödemeleri gerekiyor. Bir ülkede deprem sorununu çözmek için o ülkenin ekonomisinin düzelmesi gerekiyor. Yani yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır.
Depremde zaten yoksullar ölür, zenginler ölmez. Hiçbir ünlünün, hiçbir zengin bir kişinin enkaz altından çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız. Ana sorun yoksulluktur.”
Yıl 2020. Yoksulun hakkını verecek adalet sistemi ne yazık ki hâlâ çalışmıyor.
Köşemin adı, Adaletin İş Yüzü. Altı yıldır yazıyorum.
Bugünlük adını “Adaletin Deprem Yüzü” koydum.