Toplumları ayakta tutan en önemli dayanaklardan birisi dayanışma duygusudur. Kötü günlerde, büyük felaketlerde, insanların çaresizliğe düştüğü, umarsız kaldığı günlerde dayanışma bir yandan bireyin varlığının devamını sağlarken, öte yandan toplumsal huzurun da güvencesi olma işlevi görür.
Zor duruma düşüldüğünde tutunacak bir dal bulamamak korkusu ise “muhannete muhtaç olmak” olarak tanımlanmıştır.
Muhannet, elinde olanakları olan, bu olanakları sadece kendisi için kullanan, dahası elindekilerin varlığını düşmüş insanı öteleyerek duyumsayan, dayanışmanın hainidir.
Muhannet, zorda kalanın zorda kalmasının nedenini onun kişisel yetersizliklerine bağlayarak onu ezer, yardım ediyormuş gibi yaparak onu adım adım köleleştirip sürekli kendisine muhtaç etmeye çalışır.
Muhannet, iyilik yapmadan önce bin dereden su getirir, muhtaca ölmeyeceği ancak muhtaçlıktan da kurtulamayacağı kadar verir.
Yani büyük ozan Dertli’nin deyimiyle;
“Muhannetin Suyu Dolayı Akar/ Değdiği Yerleri Od Olur Yakar/ Eyilik Etmeden Başına Kakar.”
Kapitalizm sürekli olarak muhannetliği yeniden üretir.
Kapitalizm doğduğu günden itibaren köylerinden kopartıp getirdiği milyonlarca insanı, işsiz eğitimsiz bırakarak, sağlıksız konutlarda yaşamaya mahkum ederek “çağdaş muhannet” rolünü üstlenmiştir.
– Büyük gazetelerin, televizyonların desteğinde yürütülen yardım kampanyaları,
– Kurulan Ramazan çadırlarında yapılan şovlar,
– Belediye başkanlarının kameralar eşliğinde yoksul evlerinin önüne bıraktığı kömürler,
– Bu vesilelerle atılan “Eğitim şarttır” nutukları, tam bir muhannet tavrıdır.
– Bu kampanyaların tamamında yoksulluğun sistemden kaynaklanan boyutları gizlenir.
– Yoksulluk yoksulların kişisel yetersizliklerinden kaynaklanan bir durum olarak sunulur.
Yoksul kitlelerin bir ekmek için birbirlerini ezmeleri, itiş kakış içerisinde verilen yardımlara ulaşma çabaları, biraz daha fazla yardım almak için tekrar tekrar kuyruğa girme gibi küçük ayak oyunları zevkle sergilenerek acınan yoksulların küçümsenmesi pompalanır.
Vatandaşlık kavramının özünde var olan “hak sahibi olma”, bu hakka dayanarak kendinde talep erki görme bilinci köreltilir. Vatandaştan, ihsanlara muhtaç kula giden yol muhannetliğin kurallarıyla ince ince döşenir. Yoksulluk ortadan kaldırılması gereken değil, kolayca yönetilmesi gereken bir durum olarak tanımlanır.
Sosyal güvenlik sistemi, bireyi muhannete muhtaç etmemek için oluşturulmuş politikaların, bu amaca götürmek için kurgulanmış hukuk kurallarının, bu hukuk kurallarını uygulayarak muhannette muhtaçlığı önlemek için oluşturulmuş kurumların toplamıdır.
1980’li yıllarda tüm dünyada hakim politika olarak uygulanmaya başlayan yeni liberalizm, sosyal politikaları geriletmiş, sosyal güvenlik kurumları giderek etkisizleşmeye başlamıştır.
Yoksulların örgütlü gücünün zayıflaması, yıkılan sosyalizmle birlikte kapitalizmin zaferini ilan etmesi, sistemi acımasız özüne geri döndürmüştür.
Sosyal politikanın hak ekseninde tanımladığı sosyal hakların yerini ihsan ekseninde tanımlanan yardımlar almıştır. Sosyal hakların ihsana dönüşmesi, hak olmaktan çıkması yoksulluğun yönetilmesinde yardımların yoksulları kontrol etmenin aracı haline getirmiştir. İktidardaki siyasi partiye aidiyet temelinde yapılan yardımlar karşılığında oy toplanan karşılıklı bir alışveriş halini almıştır.
Bir iktidarın herkes için sosyal politikaları geliştirerek oy almaya çalışmasının yerini, sadece oy karşılığında ulaşılabilen yardımlar almıştır. Böylece, muhannete muhtaçlık baki kalmış, muhannetin kimliği değişmiştir.
Muhannete muhtaç olmak insan doğasına aykırıdır. Muhannetin kimliğinin önemi yoktur. Muhannetin değirmenine su taşıyan politikalar er geç sorgulanmaya başlayacaktır.
Önümüz bayram. Hiç kimsenin muhannete muhtaç olmadığı bayramlar yaşamasını dilerim.